6 Şub 2013

‘Namus kurtarıldı’ ya aile?

Midyatlı Arzu Özmen’in katledilmesinin üzerinden 1 yıl 3 ay ve 5 gün geçti. Yaşasaydı Nisan’da 20 yaşına girecekti. Yaşasaydı belki ait olduğu ama hiç görmediği toprakları bir gün doyasıya gezerdi. Ama olmadı. Toprakla arasına önce mesafeler girdi, sonra kendi tabutu. 18 yaşındaydı.
Êzîdî inancına sahip Özmen ailesi 1990’ların başında Almanya’nın Detmold kentine gelip yerleşmiş. 100’ü aşkın yıllık bir sürgün ‘geleneği’nin son halkasının mağdurlarıydılar. Onları topraklarından koparan, ta Osmanlı‘dan beri Êzîdîleri göçer ve sürgün bir hayata mahkum eden devlet ve onun şiddeti idi.
Zorunlu göç, kendi başına bir şiddet biçimidir. Uğruna göçe zorlanılan dini veya etnik kimlik, hem ait olunan yerde hem de gidilecek ülkede tanınmıyorsa, zorunlu göç sürecinde ve sonrasında bu şiddet biçimi daha ağır bir hal alır. Ancak ne yazık ki kimi zaman devletin şiddetine maruz kalanlar, daha ağır bir şiddetin uygulayıcısına dönüşebiliyor.
Ayrıntılara gerek yok; Arzu Özmen, kendi hayatıyla ilgili söz ve karar sahibi olmak istediği için öldürüldü. Bir zamanlar ‘gelenek’ diye ataerkil zihniyetçe belirlenen, her şeyden üstün tutularak yaşatılan, sorgulandığında hiçbir mantığa oturtulamayan sınırları bir kadın olarak aşma cesaretini gösterdiği için katledildi. Birey, ‘kutsal aile’ye feda edildi.

30 Oca 2013

#Aufschrei: 'Dekolteniz ne güzel'!

Bir hafta öncesine kadar, çok da yakından Almanya politikasıyla ilgilenmeyenlerin adını dahi duymadığı Rainer Brüderle’yi bilmeyen yok artık. Bunun sebebi, Brüderle’nin geçtiğimiz günlerde partisi FDP’nin kurultayında başbakan adayı seçilmiş olması değil. Hikayeyi baştan anlatalım.
Stern dergisi muhabiri Laura Himmelreich, Eylül’de yapılacak genel seçimlerde FDP’nin birinci sıra adayı olarak yarışacak 67 yaşındaki Brüderle ile ilgili bir makale kaleme aldı. Makale, geçen hafta yayımlandı. İşi gereği sık sık politikacılarla görüşen 29 yaşındaki muhabir, yazısında Brüderle ile bir yıl önce yaptığı bir görüşmeyi de anlattı.
Anlatıma göre politikacı bu görüşmede önce genç kadının dekoltesini süzüyor, ardından “Siz bir Dirndl’in içini de doldurursunuz” diyor. Dirndl, Bavyera bölgesine ait derin dekolteli, üstü dar altı geniş geleneksel bir elbisedir. Brüderle ardından kadın gazetecinin elini alıp öpüyor ve “Dans davetimi kabul etmenizi istiyorum” diyor. Himmelreich, “Sayın Brüderle, siz politikacısınız, bense gazeteci” şeklinde cevap veriyor. Bunun üzerine Brüderle bütün politikacıların gazeteciler karşısında zayıf düştüğünü söyleyince kadın gazeteci “Profesyonel yaklaşmamız bence daha doğru” diyor. FDP’linin buna cevabı ise şöyle: “Ama sonuçta hepimiz insanız.”

Almanya’ya 21 soru

Sol Parti, Türk Başbakan Erdoğan ve M. Ali Şahin’in, Paris benzeri saldırıların Almanya’da da olabileceği yönündeki açıklamaları sonrası sessizliğini koruyan Almanya hükümetine Kürt siyasetçileri korumak için tedbir alıp almadığını sordu. 

 Paris katliamına benzer olayların Almanya’da da olabileceği yönünde AKP’den gelen beyanlara sessiz kalan Alman hükümetine, Sol Parti’den soru önergesi geldi. Bugün sunulacak önergede, Paris’ten sonra yoğunlaşan diplomasi trafiğine dikkat çekiliyor.
Türk Başbakanı Recep T. Erdoğan ve AKP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in, “sıra Almanya’da” şeklindeki açık tehditlerinden sonra Alman makamları herhangi bir resmi açıklama yapmadı. Ancak Şahin’in sözlerinden hemen sonra Federal İçişleri Bakanlığı Müsteşarı, Türk meslektaşları ve MİT ile görüşmek üzere Ankara’ya gitti. Şubat ayı içinde de hem Alman Başbakanı Angela Merkel hem de Dışişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich Türkiye’ye gidecek. Bu gelişmeler karşısında Sol Parti, hükümetin suskunluğunu bozacak bir soru önergesi hazırladı.
“Sürgündeki Kürt siyasetçilerine karşı suikast planları” başlıklı soru önergesi, bugün Sol Parti Meclis Grubu tarafından Federal Hükümet’e sunulacak. Sol Parti Meclis Grubu İçişleri Sözcüsü Ulla Jelpke öncülüğünde hazırlanan ve Grup Başkanı Gregor Gysi’nin imzasını taşıyan önergenin iki hafta içinde yanıtlanması bekleniyor.

29 Oca 2013

ICG: PYD’yi kabul edin

Uluslararası Kriz Grubu (ICG), Batı Kürdistan ile ilgili yayımladığı raporda, PYD’nin kitlesel ve silahlı gücünün kabul edilmesi istenerek, hem Kürdistan Hükümeti hem de Türk Hükümeti’ne bu gerçeğe uygun hareket etmeleri çağrısı yapıldı.

Uluslararası Kriz Grubu (ICG), uzun süre görmezden geldiği Kürt sorunuyla ilgili 4 ay içinde üçüncü raporunu hazırladı. Eylül ve Aralık aylarında yayımladığı raporlarla AKP’ye akıl veren ICG, dün ise Batı Kürdistan raporunu medyaya sundu. ‘Suriye Kürtleri: Mücadele İçinde Mücadele’ başlığını taşıyan 57 sayfalık raporda ulusal birliğin önemine vurgu yapılıyor.
Ortak hareket vurgusu

Batı Kürdistan’da çok sayıda örgüt ve grup bulunmasına rağmen iki temel çizginin hakim olduğu belirtilen raporda, bunların PYD ile PDK’nin etkisindeki güçlerin toplamı olduğu kaydediliyor. İç bölünmeleri ve Suriye içinde silahlı bir güce sahip olmayışı nedeniyle Konsey’in PYD’ye karşı alternatif potansiyeli düşük bulunuyor. Ancak Suriye genelindeki çatışmaların Batı Kürdistan’da yarattığı güvenlik ve siyaset boşluğunun, bu iki eğilim arasındaki çelişkileri yoğunlaştırdığı tespiti yapılıyor.
Uluslararası desteğe sahip olsa da zayıf halk tabanlı Konsey içinde de çelişkilerin giderek arttığı belirtilen raporda, dış desteği olmayan PYD’nin ise meşruiyetini güçlü bir halk zemininden aldığı ifade ediliyor. Bu husustan yola çıkarak ICG, iki tarafın ortak hareket ederek kazanç sağlayabileceğini dile getiriyor.

23 Oca 2013

50. yılında Alman-Fransız ‘dostluğu’

Bundan tam 50 yıl önce imzalanan ‘Elysée Sözleşmesi’ ile, Almanya ile Fransa arasındaki uzun düşmanlık tarihi sona erdirildi. Bu ‘ezeli düşmanlık’, birçok savaşa ve dolayısıyla ölüme sebep olmuş. Özellikle 1643 yılında Fransız tahtına çıkan 14. Louis’in krallık döneminden 2. Dünya Savaşı’na kadarki yaklaşık 300 yıllık süre içinde bu düşmanlık zirveye çıkmış. Bu nedenle 2. Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’nın birliğini oluşturma yolunda atılacak en önemli adım, bu iki ezeli düşmanı barıştırmaktı.
22 Ocak 1963’te, dönemin Batı Almanya Başbakanı Konrad Adenauer ile dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle tarafından Elysée Sarayı’nda imzalanan ‘Elysée Sözleşmesi’, bu ‘barışı’ güvence altına alacaktı.
Dün, sözleşmenin 50. yıldönümü vesilesiyle Alman başkenti Berlin’de bir dizi resmi kutlama gerçekleştirildi. Alman Şanselör Angela Merkel ile Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, Fransız Büyükelçiliğinde bir araya gelip birlik mesajı verdi. Ardından Hollande için Alman Cumhurbaşkanlık Konutu olan Bellevue Sarayı’nda askeri tören yapıldı. Öğleden sonra ise Fransız milletvekillerinin katılımı ile Alman parlamentosunda ortak bir oturum yapıldı.
Bunca uzun bir düşmanlık tarihinin ardından iki ülke arasında dostça ilişkilerin geliştirilmesi kuşkusuz olumlu ve örnek bir durum. Ancak bu dostluğun bir diğer yüzü farklı bir kesime karşı düşmanlıksa eğer, en basit deyimle kötüdür. Daha fazla demokrasi ve özgürlük değil de, baskı ve zulüm yaymak için yapılan yol göstericiliği tehlikelidir.

9 Oca 2013

Boateng'in yeşil sahadaki mesajı

Kevin-Prince Boateng, bir futbol ailesinden geliyor. Amcası, Gana milli takımında oynadı. 1954’teki dünya kupası final maçında Macar takımına karşı 3:2’lik galibiyet golünü atan Alman milli takım oyuncusu Helmut Rahn, anne tarafından akrabası. Kardeşi Jerome Boateng Alman milli takımı kadrosunda yer alıyor. Kendisi de Gana’nın millilerinden.
25 yaşındaki Boateng, Hertha BSC, Tottenham Hotspur, Borussia Dortmund ve FC Portsmouth’den sonra transfer olduğu AC Milano takımıyla geçtiğimiz günlerde deneme maçına çıktı. Maç esnasında, 4. ligte mücadele eden Pro Patria takımının bazı taraftarları durmadan Boateng ve Milano’da top koşturan koyu tenli oyunculara ırkçı küfür ve hakaretler yağdırdı. Babası Ganalı, annesi Alman Boateng buna 30 dakika boyunca katlandı. Sonra ırkçı küfür edenlere doğru şut çekti, trikosunu çıkardı ve yeşil sahayı terk etti. Takım arkadaşları da onu yanlız bırakmayıp, Boateng’i takip etti.
* * *

2 Oca 2013

CEO’lar ve objektif ajanlardan payımıza düşen

Peer Steinbrück, bugünün Almanya’sında değil de, örneğin 100 yıl öncesinin Moskova’sında yaşamış olsaydı, kesin en azından ‘objektif ajan’ damgasını yemişti. SPD’nin olası 3 aday adayı arasında kamuoyunda en az sevilen politikacı olmasına rağmen, biraz da zorunluluktan ötürü 3 ay önce sosyaldemokratların başbakan adayı seçildi. Böylece 22 Eylül’de yapılacak genel seçimlerde Merkel’e karşı yarışacak.
Ancak Steinbrück’ün son günlerde sarf ettiği sözlere bakılırsa, başbakan olmak istemediği düşünülebilir. Zira kendi kendine, zaten düşük olan sempati oranlarını daha da düşürüp, rakibine iş bırakmıyor.
Son üç haftadır zaten yan kazançları ile gündemde olan Steinbrück, en son Frankfurter Allgemeine Sonntagszeitung (FAS) gazetesine verdiği demeçte, başbakanlık maaşını düşük bulduğunu açıkladı. Şöyle demiş: “Kuzey Ren Vestfalya’da neredeyse her Sparkasse direktörü Başbakan’dan daha fazla kazanıyor.” Mali kriz zamanlarında böyle bir benzetme yapmış

29 Ara 2012

Roboskî’ye bundan sessiz kalıyorlar

5 Ağustos 1914’ün geç saatlerinde, Köln’de Zeppelin Z VI Cöln isimli uçağa binen 12 kişi, birkaç saat sonra ‘tarih’ yazacaklarını bilemezdi. Üstelik ertesi sabah, başarısız bir şekilde Almanya’ya döneceklerdi. Birinci Dünya Savaşı’nın ilk günleriydi. Saat 22:00 sularında uçağa binenler, katliama hazırdı. Celan’ın yıllar sonra yazacağı “Ölüm, Almanya’dan gelen bir ustadır” dizesini şimdiden teyit edercesine havalanıp, Belçika’nın Liege kentine bombalar yağdırdılar. 9 sivil katledildi. Bu bombalama, ilk hava saldırısı olarak savaş tarihine geçecekti.
O günden sonra sayısız defa uçaklar havalanıp, şehirlere ölüm yağdırdılar.
26 Nisan 1937’de de öyle. Günlerden pazartesiydi. Bir yanı okyanusa bakan Gernika (Guernica) kentindeki sokaklar o gün daha kalabalıktı. Pazar kurulmuştu ve bu nedenle çevre köy ve kasabalarından da gelenler olmuştu Diktatör Franco’ya karşı direniş merkezi olan bu Bask şehrine.
Sabah saatlerinde önce keşif uçağı hedef seçmeye geldi. Öğleden sonra ise tam 53 Alman ve İtalyan savaş uçağından bombalar yağmaya başladı. Ansızın. Uyarısız. Direnişin kalesine ölüm yağıyordu ve insanları ölümden koruyacak tek bir sığınak yoktu. Üç saat süren bombardımanın ardından Gernika tamamen yok olmuştu. Şehir, bombaların yaktığı ateşte yanıp kül olmuştu. Bir tek Baskların toprağa bağlılık yeminini içtiği meşe ağacının gövdesi kalmıştı geriye. Ve dumanlar arasında 1645 ceset. Picasso’nun ünlü ‘Guernica’ tablosunu işte bu korkunç katliam yarattı.

19 Ara 2012

Kafesteki göz Gever'i görür mü?

Dört bir yanı kameralar ile gözetlenen yerler sorulduğunda, benim aklıma önce Gever, sonra Londra gelir. Her kamera, 'güvenlik' ile gerekçelendirilir. Gever somutunda kastedilen, işgalcinin güvenliği iken, Londra ise George Orwell'in İkinci Dünya Savaşı'ndan kısa bir süre sonra yazdığı 1984'ün bilim kurgudan çıkıp gerçeğe dönüştüğü halidir. Öyle ki otobüsler bile kamera ile gözetleniyor.
Almanya'da ise en çok kamera görebileceğiniz şehir, başkent Berlin'dir. Koca şehir içinde en iyi gözetlenen yer ise Alexanderplatz metro durağı. Ama buna rağmen, bu durak sürekli saldırılarla ülke gündemine giriyor. En son iki ay önce Alexanderplatz'da 20 yaşındaki bir kişi, bir grubun saldırısına uğrayıp öldüresiye dövüldü.
Eski başkent Bonn'da ise merkez garın peronunda geçen hafta patlayıcı ile yüklü bir çanta bulundu. Polisin dediğine göre düzenek, teknik bir hata sonucu patlamamış. Bombalı saldırı girişiminde bulunanların selefi olduğundan şüphe duyuluyor. Ancak eldeki tek ipucu, garın içinde bulunan McDonalds'a ait kamera kayıtları. Kayıtlarda, çantanın bulunmasından on dakika önce mavi çantayı elinde tutan genç bir adam görülüyor.

15 Ara 2012

Ölümlerden doğan serhildan

'Her veda, bir belleğin doğuşudur.' (Anonim)



Bu dünyada nerede ölümlerden doğmuşsa halklar, yas ile isyan arasındaki yaşamsal bağ kurulmuştur. Doğuştan sahip olunan tek hak 'ölüm hakkı'ysa eğer, kolektif (ve bunun içerisinde bireysel) yaşam 'hak'kına erişmenin yolu, ölüm üzerine kurulu 'yokluk' hesabını bozmaktan geçer. Ki hesabı yapanın gözünde fiziki ölüm, dünyaya gelindiği andan itibaren başlayan bir – varlık değil – yokluk sürecinin nihai sonu, son aşamasıdır sadece. Ölen, zaten yoktu. 

Fakat yaşamı 'kayda değer' olmayan, egemenin elinde çektiği tesbihin son boncuğunu, ölüm zincirinin son halkasını kopardığında, ip kopar ve bütün boncuklar yere dökülüp dağılır. Hesap bozulur. O artık ölümlü değil. Ölmüş olmasına rağmen. Çünkü yası, isyandır. İsyandan yoksunsa yas, öldürür. Fakat isyan-ı yas, yaşatır. Çünkü yaratır. O yüzden ölümlerden doğan halklarda cenaze töreni, bir anlamda yaradılıştır da. 'Romantize' edilebilecek bir tercih değil bu. Tersine, omuzlarda ölü taşıyarak yaşam savunuculuğunun, varlık mücadelesinin en saf, sade, somut ama aynı zamanda sembolizmle dolu halidir. 

Yas, katili tatmin eder. Sevindirir. Başkasının acısı onu mutlu eder. Ama isyan-ı yastan korkar. Çünkü yarattığı acı üzerinden yükselen her isyan, onun için yenilgidir, acizliktir. O yüzden isyanı bastırmaya, acıyı büyütmeye çalışır. Bunun için her yolu mübah görür. Ölüye saldırmayı, cansız bedenini parçalamayı dahi. Öldüremediği ölüyü ikinci kez katletme çabası bu. Ve bununla birlikte, yası tutanların acılarına acı katma, yüreklerini parçalama girişimi. Amaç, bir bakıma acıya boğmak, isyan edemez duruma düşürmektir. 

12 Ara 2012

Opel; bir kış masalı

1885 yılında, o dönem 41 yaşındaki bir makine mühendisi olan Carl Benz, dünyadaki ilk motorlu arabayı kamuoyuna sunduğunda, yaşadığı Mannheim’da insanların büyük çoğunluğu “atsız araba”sına gülüp geçmiş. 3 tekerlekli motorlu aracının ulaşımda devrim anlamına geldiğini o günlerde gören tek kişi, eşi Bertha imiş. Başka da herkes otomotif mucidi ile dalga geçmiş.
Ardından çok kısa bir süre içinde otomotif sektörü dünyadaki en büyük ve karlı üretim alanı haline geldi. Sırf 1900 yılında dünya çapında araba üreten 2 bin 500’ü aşkın firma bulunuyordu. Almanya ise temel üreticilerin başında geliyordu. Günümüzde de Çin ve ABD’den sonra dünyadaki üçüncü büyük otomotif üreticisidir. Ülke içinde de otomotif sektörü, cirosu itibariyle en önemli endüstriyi teşkil ediyor. 2008 yılında, 747 bin insanın çalıştığı bu sektörde yaklaşık 350 milyar Euro kar elde edildi.
Fakat 2008/2009’da küresel mali krizin Almanya’da vurduğu ilk alan da otomotif sektörü oldu. Sektör içerisinde krizden en fazla etkilenen ise, aylarca ülke gündeminden düşmeyen Opel oldu.

28 Kas 2012

Reich’ın Mezopotamya travması ve Patriotlar

Geçen hafta bu köşede, Almanya’nın Türkiye’ye (daha doğrusu Kuzey Kürdistan’a) Patriot füze savunma sistemlerini gönderme nedenlerine bu hafta göz atacağımızı belirtmiştik. Konu bir hafta önce gündeme girdiğinde, hükümeti oluşturan CDU/CSU ve FDP, NATO-ortağına „yardım“ın zorunlu ve gerekli olduğunu savunurken, meclisteki diğer partiler karşıt gibi görünüyordu. Daha doğrusu SPD ile Yeşiller, böyle bir karar için parlamentonun onayı gerektiğini vurgularken, Sol Parti prensip olarak karşı olduğunu ve sonuna kadar Patriot’ların gönderilmesini engellemeye çalışacağını kaydetmişti.
Aradan geçen birkaç günlük sürede Sol Parti pozisyonunu korurken, SPD ile Yeşiller, artık Patriot’ların gönderilmesine onay vermeye hazır. SPD, Aralık ayında mecliste yapılacak oylamada hükümeti destekleyeceğinin işaretini verdi. Yeşiller de, bazı kriterlerin yerine getirilmesi durumunda destek vereceklerini duyurdu.
Sol Parti dışındaki siyasi partilerin, Türk devletinin savunma değil saldırgan pozisyonunda olmasına rağmen Patriot’ların gönderilmesini desteklemesini birçok açıdan izah etmeye çalışabiliriz. Ama bence işin detaylarına girmek yerine Alman emperyalizmine ve Mezopotamya’da yaşadığı travmaya bakmakta fayda vardır.

Yası tutulmayanların hayatı

Macar-Rus kökenli ABD'li düşünür Judith Butler, 11 Eylül'de Frankfurt'taki ünlü Pauls Kilisesi'nde yapılan bir törenle, layık görüldüğü Adorno Ödülü'nü aldı. Ödül konuşmasında Butler, Theodor W. Adorno'nun ünlü "Yanlış hayat doğru yaşanmaz" sözüne atıfta bulunup, Frankfurt Okulu'nun kurucusunun ahlak felsefesini bugünün koşulları ışığında yeniden bir değerlendirmeye tabi tuttu. Butler, doğru yaşama dair sorunsalların ahlakın esas sorunlarından, hatta temel sorunu olduğunu vurguladıktan sonra, ahlakın baştan itibaren biyopolitikası ile bağlantılı olduğu tespitini yapıyor.  Biyopolitikasını ise"yaşamı örgütleyen güçler" olarak tanımlıyor ve buna, "daha kapsamlı bir nüfus politikası kapsamında resmi veya devlet dışı uygulamalar ve farklı biçimlerle hayatı güvencesizliğe teslim eden ve aynı zamanda hayatlara farklı değerler biçilmesi için belli uygulamalar belirleyen güçler"i de dahil ediyor.
Butler'in temel meramı, belli bir yapısallık içinde kişinin kendi yaşamını örgütleme, şekillendirme ve özellikle de yaşamına 'doğruluk' kazandırma olanakları ile ilgili. Ama bu konuda esas insiyatif bireyde midir? Birey, mevcut sistem içerisinde kendi yaşamını hangi derecede örgütleme imkanına sahip? Ve iktidar, nasıl bir rol oynuyor?

31 Eki 2012

Berlin’e sultan geldi

Türk başbakanı Erdoğan, dün iki günlük ziyareti için dışişleri bakanı Davutoğlu ile Almanya’ya geldi. Akşam saatlerinde Berlin’deki yeni Türk büyükelçiliğinin açılışını yaptı. Bugün ise Alman şanselör ile öğle yemeğini yiyecek. Erdoğan-Merkel görüşmesinde, PKK, Kürt sorunu ve Suriye meselesi temel gündem olacak. Açlık grevindeki tutsaklar için „Aç kalan falan yok, herkes her şeyi yiyor“ diyerek ahlaksızlığı gözler önüne seren Erdoğan, Merkel ile yemek yediği sıralarda, Başbakanlık konutunun dışında binlerce kişi – Kürt, Ermeni, Asuri, Türkiyeli, Alevi, Êzîdî – onu ve temsil ettiği rejimi protesto edecek. Çünkü bu rejim, farklılıklara düşmanlık yapıyor. Çünkü bu rejim savaştan besleniyor. Çünkü bu rejim, Kürtlere bir tek ölümü layık görüyor. Bu rejim soykırımcıdır, ırkçıdır, kendisinden olmayanın düşmanıdır. ‘Tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek din’ diyen Erdoğan’a karşı yarın Berlin’de farklı milletler ve inançlar buluşacak, farklı bayraklarla tek ses olacak. Ve orada bulunacak sesler, 50 günden beri açlık grevinde olan tutsakların sesine de ses katacak, onların taleplerini sahiplenecek.
Erdoğan dün geldi ama Alman gazeteciler, günler öncesinden yazıp çizmeye başladı. Dün onlarca haber, analiz ve makale arasında öne çıkan başlıklardan bazıları şöyle: ‘Recep Tayyip Erdoğan’ın ikili oyunu’, ‘Onbinler Erdoğan’ı protesto edecek’, ‘Erdoğan Suriye konusunda destek arıyor’. Sol Junge Welt gazetesi, ‘Savaş kışkırtıcısı defol’ manşetiyle çıktı.

30 Eki 2012

Bekledik



Uzun bir kış gecesinde
Koyu sisler ardında
Atmosfer kuşağında
Pusulasını kaybetmiş
Leyla ile Mecnun misali
Çölün ortasında
Gözlerimizi dikdik ve bekledik

İçinde karanlığın
Yüreğimizin karanlıklarına
GÜNEŞ'in ışığını bekledik...

Ve
Yürüdük
Yürüyoruz
Ateşin dansına GÜNEŞ'in...

Kolay değil elbet
yakmakta
tutuşup
ateşin sırrına erişmekte...

O gün de gelecek
GÜNEŞ'in sofrasında
Haykıracağız
Zafer ve özgürlük şarkılarını...

Ahmet Akkurt
F Tipi Cezaevi Bolu
Mart 2012


* Ahmet Akkurt, 12 Eylül'den bu yana Bolu F Tipi Cezaevi'nde açlık grevinde.

24 Eki 2012

Generalim, tankınız ne güzel

Almanya'da yaşayan her 5 kişiden 1'i yoksul. Rakamlarla yaklaşık 82 milyonluk nüfusun 16 milyonu, yoksulluk ve sosyal dışlanma ile karşı karşıya. İstatistiğe vurursak, toplumun yüzde 19.9'u ya işsiz olduğundan ya da çalıştığı halde düşük gelirli olduğundan ciddi maddi sıkıntılar yaşıyor. Ayın sonunu zor getirip, borçlarını ödemede zorlanan ve bu nedenle her an gelecek kaygısını yaşayanlar, psikolojileri bozulanlar her geçen günle birlikte çoğalıyor. Ki bir yıl önce bu oran, yüzde 19.7 idi.
Yoksulluk giderek genelleşiyor. Bu makaleyi okuyacak olanların da önemli bir kısmı, dün Federal İstatistik Dairesi tarafından açıklanan "Avrupa'da Yaşam 2011" başlıklı rapordaki yoksulluk kategorisine giriyor. Bir zamanlar, 'orta kesim' olarak nitelendirilenler hızla 'yoksul' konumuna itiliyor. Bu, doğrudan küresel kapitalizmin neoliberal politikalarının bir sonucudur. Yoksulluk, yoksulların 'suçu' değil. Dolayısıyla utanılacak bir şey de değil.

7 Eki 2012

Basê'nin mezarsızları

Yeryüzünde bir yer. Yüzünün doğusu dağ, batısı Dicle. Güneyi yara izi, kapanmamış. Kapanmıyor. Dokundukça kanıyor. Öyle çok kan biriktirmiş ki nehrin kıpkızıl aktığı zamanlarda, çorak topraklara bile sinmiş ölüm.
Haritada adı yoktu bu toprakların. Köylülerse Basê diyordu. Sonra bir gün kamyonla geldiler. Toprağı kazdılar, direk diktiler. Mavi bir tabela astılar. Üstünde 'Güçlükonak' yazıyordu. O gün lanet geldi. O günden sonra toprağın yerini kemik almaya başladı. Bin dokuz yüz doksan. Mayısın beşi. İnsanlar, tabelanın takıldığı o günü hala lanetleyip duruyor. Çünkü güçlü konağını kurmaya gelen, ölümden başkası değildi. Ve o günden beri adı hep katliamla anılıyor Güçlükonak'ın. Oysa mezarı bile yok...

* * *

26 Eyl 2012

Neukölln nerede?

Almanya'da yaşayan Ausländerlar şimdiden şu ismi akıllarının bir köşesine yazsın: Buschkowsky. Heinz Buschkowsky. Çoğumuzun bugüne kadar hiç duymadığı bu isim, önümüzdeki günlerde, hatta haftalarda Almanya'nın temel gündemlerinden biri olacak.
Tanımayan büyük çoğunluk için kahramanımızı önce kısaca tanıtalım: Heinz Buschkowsky, 11 yıldan beri Berlin'in Neukölln semtinde/ ilçesinde belediye başkanlığı yapıyor. 64 yaşındadır ve SPD'lidir. Almanya çapında sesi ilkin 2004 yılında duyulmuştu. Buschkowsky o zaman "Multikulti başarısızlıkla sonuçlandı" diyerek, göçmenleri "entegre" olmamakla suçlamıştı. Bu sözlerinden dolayı epey tepki çekmişti. Oysa tepki gösterenlerin büyük bir kısmı, o dönem yeni yeni gündemleşen entegrasyon meselesinde çok da farklı düşünmemiştir.

12 Eyl 2012

ESM kimi kurtaracak?

Ekonomist değilseniz ve mali kriz ile ilgili haberleri düzenli takip etmiyorsanız, konu hakkındaki bir haber size farklı bir dilde yazılmış gibi anlaşılmaz gelebilir. Bugün açıklanacak Avrupa İstikrar Mekanizması (ESM) ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararı öncesindeki haberlerde durum farklı değil. Dün öğle saatlerinde Google Haberler bölümünde „ESM Federal Anayasa Mahkemesi“ yazıldığında, tam 2742 tane güncel haber çıkıyordu. Okudukça insanın kafası daha da karışıyor...
Anlamaya çalışalım: Almanya’nın en üst mahkemesi olan Federal Anayasa Mahkemesi, bugün Avrupa İstikrar Mekanizması (ESM) ile ilgili kararını açıklayacak. ESM, Euro bölgesinde mali istikrarın sağlanmasına yönelik daimi bir mekanizma olarak tasarlandı. Haziran 2013’te yürürlüğe girmesi amaçlanıyor. ESM’nin 700 milyar Euro tutarında sermaye tabanı olması ve bu sermaye aracılığı ile 500 milyar Euro tutarında kredi verilmesine imkan tanınması hedefleniyor. Yani Lüksemburg merkezli olacak bu kurum ile, AB’nin bir nevi kendi IMF’sini oluşturmuş olacak.

9 Eyl 2012

Halim hala 16 yaşında

Özel Operasyonlar Birliği'ne üye 28 yaşındaki Klaus T., elinde silahla Halim'i kovalıyor. Ve birden 15 santim mesafeyle bir el ateş ediyor. Daha sonra, 'kaza' olduğunu söyleyecekti. Bütün bir devletin kurumları, emniyetten mahkemesine, devletin polisini 'terörist Kürtlere' karşı korumak için seferber olacaktı.

Koşuyordu. Ömrünün en hızlı koşusuydu bu. Ölümüne koşuyordu, yaşamak için. Ayak sesleri gecenin sessizliğinde yankılanıyordu. Kare şeklindeki kaldırım taşlarına çarpan bu boğuk sesi ilk defa duyumsuyordu. Şimdiye kadar sadece tozlu toprak yollarda koşmuştu. Birden yangınlar içindeki köyün yolunda, kurtarabildikleri birkaç parça eşyayı yükledikleri kamyonun peşinden koşan köpeğinin çaresiz bakışları gözlerinin önüne geldi.
Aniden bir silah patladı. Silah sesini duymasıyla sırtında sıcak bir sızıyı hissetmesi bir oldu. Düştü. Yüzünün doğusu sert kaldırım taşına çarptı. Kımıldayamıyordu. O yaşamı kovalarken ölüme mi yakalanmıştı şimdi? Üstelik Almanya'da! O nelerin üstesinden gelmemişti ki. Korkunç işkencelere dayanmıştı, direnmişti. Devlet kurşunuyla can vermemek, yaşamak için gelmişti buralara. Ne zorlukları aşarak ulaşmıştı bu soğuk ülkeye. Bir tek mücadele içini ısıtabiliyordu. Sığındığı devletin kurşunuyla mı ölecekti? 


5 Eyl 2012

Katliamcı terfi ederse...


Bundan tam üç yıl önce, 3'ü 4 Eylül 2009'a bağlayan gece Alman ordusu Bundeswehr'in talimatıyla Afganistan'ın Kunduz kentinde hava saldırısı düzenlendi. Sonradan, bombalanan insanların 'terörist' sanıldığı söylenecekti. Bu bombardımanda çoğu sivil ve aralarında gençlerle çocukların da bulunduğu en az 142 insan öldürüldü. İnsanlar, Taliban güçlerince kaçırılan ve mazot taşıyan iki tankerin etrafında toplanmıştı. 
Bu korkunç katliamın üzerinden tam üç yıl geçti. Peki bu üç yıl içinde neler yapılmış, neler yapılmamış?
Almanya hükümeti, katliamın sorumluluğunu üstlenmediği gibi mağdurlardan özür de dilemedi. 
NATO öncülüğünde Afganistan işgali için oluşturulan Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti (ISAF) raporuyla yetinen Alman hükümeti, konuyla ilgili ayrı bir soruşturma yürütmeye gerek duymadı. Muhalefetteki partilerin baskısıyla meclis araştırma komisyonu kuruldu. 
Uluslararası hukuktan ötürü tazminat zorunluluğu bulunmadığını ifade etmekten utanmayan hükümet, sözümona "insani sebeplerden ötürü gönüllü bir temelde" mağdurlara "destek ödemelerinde" bulundu. Bir cana biçilen "fiyat" 5 bin Dolar! Hatta tam öyle de değil, çünkü aile başına – o aileden öldürülen fertlerin sayısını gözetmeksizin – 5 bin Dolar ödenmiş. 

29 Ağu 2012

Meğer ırkçılar da mağdurmuş!

Bundan tam 20 yıl önce Rostock'ta, yüzlerce ırkçıdan oluşan bir güruh, binlerce kişinin alkışları eşliğinde ilticacıların kaldığı bir binanın önünde linç gösterisi sundu. Siyasi iktidarın izlemekle yetindiği, polisin doğru dürüst müdahale etmediği bu pogrom gösterisinde, binayı ablukaya alan (ve ateşe veren) ırkçılar değil, ilticacılar otobüslere bindirilip götürüldü. 'Zafer', ırkçıların ve iltica hakkını temel hak olarak ortadan kaldırmayı amaçlayan siyasilerin oldu.
Bu ırkçılık gösterisinin 20. yıldönümü vesilesiyle pazar günü Rostock'ta anma etkinliği düzenlendi. Etkinlikte, kendisi de Rostocklu olan Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gauck konuşma yaptı.
Megalomani ("kişinin, kendisine gerçekle uyuşmayan üstün nitelikler yakıştırması"), siyasi 'lider'ler arasında oldukça yaygın bir hastalıktır. Kendilerini sosyaldemokrat sanan SPD ile Yeşiller'in adayı olarak cumhurbaşkanı seçilen

26 Ağu 2012

Qırıx bi öykü: Güvercin IV

Beş-on metre kala artık fırtına gibiydi. Kafasını hafiften eğerek tüm gücüyle bağırdı;
"Çüçüüüüüüütt!!" Dıgı dıg, dıgı dıg, dıgı dıg, dıgı dıg, dıgı dıg...
GÜÜÜMM!!
Muzaffer'in arkasından, tam da kıçına yavru boğa gibi tosladı. Darbe, şiddetle sarstı bedenini. Kafes bir yana, kuş bir yana, o bir yana uçtu. Kafes az ötede şangır şungur sesler çıkararak tuzla buz oldu. Güvercin, şapkanın içinde sürüklendi önce, şapka durdu ve korku içinde havalandı.
Dodo, Şaşo ve Titi kuşun peşine düştü. Titi, en yakın binanın terasına çıktı. Köşeden köşeye fırlayıp aranmaya başladı, deliler gibi dolanıyordu. Yakın bir yerde olmalıydı. Havada bir şey yoktu. Görülebilen tüm damlara, teraslara baktı; kıpırtı yoktu. Çaresizce aşağı indi.
"Ne oldi, ne tarafa gıtti?" dedi Şaşo.
"Hêç bişê göremedım!"
"Nasıl olır?"
"Oxlım, quş orda şoq yedi. Kim bılır nêre gıtti. Belki de qeybettıx."

25 Ağu 2012

Qırıx bi öykü: Güvercin (3)


"Yegen, bu quşi niye satisen? Dê hele."
Dodo derin bir nefes alıp kesik kesik bıraktı;
"Kimse kimsenin derdini bılmi Apê Mızo!"
Zavallı Dodo! Muzaffer'in kulağına bir şeyler dedi. Muzaffer boynunu geri çekti. Dodo'nun yüzüne acıyla baktı. Titi'yi, Şaşo'yu süzdü. Kaşlarını kaldırdı, sonra çattı. Yere baktı, başını salladı. ‘Nıç nıç nıç' diyerek Dodo'nun omzunu tuttu;
"Beş yüz demiştin, degıl?"
"He Apê Mızo."
"Ben sahan alti yüz vêriyem, yüz de benden..."
"Yox Apê Mızo, imkani yox olmaz!"
"Olır, olır... Yüregımden qopi."
"Senın yüregınden qopi, hema benım yüregım almi."
"Al dedıııııım!"
"Almam Apê Mızo, heyatta!"
"Yaw al dedım işte, wêy!"
"Madem êleyse, ê de haydê..."
"Canın sax olsın benım babam. Yüz fazla vermişıx senın gıbi bi gence, ma çoxtır? Feda olsın!"

Bir linç dalgasının kronolojisi

Hitler faşizminin ölümcül rüzgarının estiği yıllarda yüzbinlerce, belki de milyonlarca insan Auschwitz veya Dachau gibi, insanlığın bittiği yerlerde son yitmemek için kaçak yollara düştü. Niceleri ABD, Fransa ve farklı ülkelere kavuştu. Kimi, sığınak sandıkları limanlarda kabul edilmeyip ölüme yollandı. Kimi de, Nazilerin eline düşmemek için kendi eliyle hayatına son verdi. Fransa-İspanya sınırında, Gestapo'ya teslim edilmemek için zehir içen Walter Benjamin gibi... 
"Siyasi nedenlerden dolayı baskı görenler iltica hakkına sahip". Alman anayasası böyle diyor. Ama siyasiler öyle demiyor. Dünyanın dört bir yanında - çoğunlukla Batı'nın emperyalist ve sömürgeci politikaları sonucu - çatışma ve savaşlar artış gösterince, 1990'lı yılların başında Almanya'ya göç dalgası da yükselir. 1989'da Almanya'ya iltica edenlerin sayısı 120 bin dolaylarında iken, bir yıl sonra 190 bin, 1991 yılında yaklaşık 260 bin, 1992'de ise 440 bin mülteci gelir. Bahsi geçen dönem, Türk devletinin - Alman silah destekli - kirli savaşının da yükselip, köyleri yakılıp yıkılanların yoğun bir şekilde Almanya'ya sığındığı yıllardır.

24 Ağu 2012

Qırıx bi öykü: Güvercin II


Öykünün yazarı: Murat Türk (Bolu F Tipi Hapishanesi)

Kalabalığın gözü yere inen örtüdeydi, düşer düşmez tüm gözler ok gibi kafese yöneldi.
Aynı içgüdüyle beş-on kişi birden;
"Haa hêêêêê..." dedi hayretle.
"Way, way, way, way..."
"Fuyiit... Fiyyuuuvvvt!"
"Ula, ula, ula!"
Dişsiz adam ıslık çaldı;
"İhhşşşsssz..."
"Hele bax, bax, bax!"
"Hayret az qalır, duble hayret!"
"Errrrrıııııkk!"
"Errık ya!" dedi Şaşo memnuniyetle.
"Görisız işte! Bêle bışê daha yoxtır dınyada!"
"Ma ne olmiiiiişş..." dedi dişsiz.
"Yoktır diyise yoxtır" dedi Dodo.
Kalabalığı tezgahın önüne buyur etti.
"Daha yaxından..."
Dişsiz hemen öne fırladı. Dodo dişsizin göğsüne vurdu.
"Hop! Sen orda qal, kurmi!"
Tezgahın etrafındaki çember daraldı. Tüm gözler aynı noktaya kilitlenmişti.

22 Ağu 2012

Qırıx bi öykü: Güvercin

Diyarbakır Un Pazarı'ndan bir kare
Murat Türk (Bolu F Tipi Cezaevi)

Saraykapıya varmadan sağa döndüğünüzde, surların ve toprak evlerin arasına sıkışan uzun bir sokak çıkar önünüze ve birkaç yüz metre ötede bir meydana açılır. Bu meydan, her Pazar günü fakirlerin ve garibanların tezgah kurduğu, üçkağıtçıların ve martavalların cirit attığı, eski kulağı kesik şeytanların ellerindeki kazıkları atacakları ‘müsait yer’ aradıkları Ortaçağ pazarlarına benzer. ‘Davul tozu’, ‘su eleği’, ‘darçute dumanı’, ‘minare gölgesi’ bulunmasa da kırık iğneden patlat tekere, bozuk teraziden üç ayaklı kediye, yumurtlamayan tavuktan ötmeyen horoza, tıkalı musluğa, her evin girşine uyan uyan kapıya, fotokopi çekilmiş paraya, son model zurnaya... Ne kadar işe yaramaz ucube hırdavat varsa bulunurdu bu meydanda.
Bazen sefil bir kumarbaz ya da zavallı bir ‘rut’, sırf acil ihtiyacı var diye çok değerli bir eşyasını çeyrek fiyatına satardı. Bazen ne işe yarayacağı sadece alıcısı ve satıcısı tarafından bilinen acayip bir parça dünyanın parasına giderdi. Kuş pazarıydı fakat kuş getirmişken hindi, horoz, kaz getirenler de olurdu. Ne zararı vardı yani; onlar da kanatlıydı, bunlar da... İlle de uçması mı gerekirdi? Şart değildi. Hoşgörü zenginiydi bu meydan. Satıcısının bir cam bardağı demir pasını antika altın tozu diye yutturan abartılı dili karşısında, en pahalı eşyanın değerini sıfırlamasını ustaca beceren kaşarlanmış tüccarlar vardı. El çabukluğu ayarlamaların, müthiş kapakaltıların, bol bol boşu doluya vuran kıvrak, sivri zekalıların mekanıydı burası. Kaş göz arası ‘gelene beş, gidene on’ çekilebilir, ‘kuru gelen yaş gidebilirdi’.

Almanya Suriye'de ne arıyor?

Alman dış istihbarat örgütü BND’nin, deniz kuvvetlerine ait bir gemi ile Suriye açıklarında faaliyet gösterdiği haberi, ülke gündeminin başına oturdu. Habere göre ileri teknolojiyle donatılmış gemide bulunan 40 kişilik „stratejik keşif“ komandosu, 600 kilometreye kadar Suriye’yi gözetleyebiliyor. Ayrıca Alman istihbarat elemanlarının İncirlik’teki NATO üssünden Suriye’deki telefon ve telsiz trafiğini dinlemeye aldığı belirtiliyor. Elde edilen bilgilerin, - ABD ve Büyük Britanya istihbaratları yoluyla dolaylı olarak - Esad rejimine karşı silahlı mücadele verenlere aktarıldığı ifade ediliyor. Yani kısacası Almanya, mevcut durumda herhangi bir meşruiyeti olmayan „rejim değişikliği“ operasyonunun bir parçasıdır.
Sol Parti ve Yeşiller, büyük tepki gösteriyor. Normalde, eski hükümet ortağı

21 Ağu 2012

Sadece Ölüm

Cemal Kavak [... - 19.08.12]
Issız mezarlıklar var,
sessiz kemiklerle dolu mezarlar,
yürek bir tünelden geçmek zorunda,
karanlık, karanlık, karanlık,
bir geminin batışı gibi ölüyoruz içimizden,
boğuluyoruz sanki yüreğimizde,
sanki sıyrılarak derimizden düşüyoruz ruhumuza.

Ceset var,
yağdan ayaklar, soğuk mezar taşı,
ölüm var kemiklerde,
saf bir ses gibi,
köpeksiz bir havlama gibi,
duyuluyor bazı çanlardan, bazı mezarlardan,
şişerek gözyaşı ya da yağmur gibi ıslaklıkta.
Yalnızken, görüyorum ara sıra
yelkenli tabutları
solgun ölülerle hafif çapaları,
ölü zülüflü kadınları,
melekler gibi beyaz somuncuları,
noterlerle evli düşünceli kızları,
ölülerin dikey ırmaklarına gidiyor tabutlar,
o mor ırmağa,
akıntıya karşı, ölümün sesiyle dolu yelkenlerle,
ölümün sessiz sesiyle dolu.

15 Ağu 2012

Ölüm makinelerinin ustalık dönemi

Almanya Federal Göç ve Mülteciler Dairesi, her ay iltica istatistiklerini yayınlıyor. Dairenin son raporuna göre, temmuz ayı içinde 4 bin 498 mülteci, Almanya'ya sığındı. Son yıllarda en çok Afganistan'dan mülteci Almanya'ya gelirken, mevcut durumda Suriye birinci sıraya yükseldi.  Esad'ın başındaki Baas rejimi ile silahlı güçler arasındaki çatışma ve saldırılar nedeniyle ülkelerini terk edip, temmuz ayında Almanya'ya gelenler, o ayki ilticacıların yüzde 13.5'ini oluşturuyor. Ve bu gidişle sayıları daha da artacaktır.
Türkiye yanı sıra Suudi Arabistan ve Katar'ın Suriye'deki Arap silahlı güçleri silahlandırdığını belirtip, konuya aşağıda dönmek üzere, farklı bir hususa dikkat çekelim...
Berlin'de 6 yıl önce inşaatına başlanan ve Willy Brandt'ın adını taşıyacak

13 Ağu 2012

Helbestek ji Arjen Arî

Wêne: Selaheddîn Biyanî

Ev Çiya Rûspî Ne

Di qada şer de pişta me negihişt erdê.
Te şahid bivê, va Herekol.
Miradkar, bi bext û ol
Va Cûdî
Û va ye ev ax!

Kîj wextî bêleheng ma?
Kî gavê bêkêr?

8 Ağu 2012

129. maddenin ABC'si

Sokakta herhangi bir Almana, Alman Ceza Kanunu'nun 129. maddesini sorarsanız, büyük ihtimalle yanıt alamazsınız. Ama eminim ki bu ülkede yaşayan Kürtlerin hemen hemen hepsi, 'Suç ve Terör Örgütüne Üyelik' maddesi olduğunu bilir. Ki son 20 yılda 129. maddeden açılan soruşturmalar ve davaların önemli bir kısmı, Kürtlere karşı yürütüldü. Sırf 2000 yılından sonra Almanya'da en az 27 Kürt siyasetçi ve aktivist, 129. maddesi temelinde hapse mahkum edildi.
Çok eski bir kanun olan 129. maddesinin kökenleri, 18. yüzyıla dayanıyor. Fransa'da devrim bayraklarının dalgalandığı 1789 yılında Prusya devleti, devrimci hareketlerin önüne geçmek amacıyla sol örgütlenmelere karşı bir yasa çıkardı. Bu yasa, 19. yüzyılda sık sık genişletilerek 1871 yılında 129. maddesi adıyla İmparatorluk Ceza Kanunu'na geçirildi. Nazi rejiminin yenilgisinden sonra 1951'de yeni bir ceza kanunu oluşturulduğunda, eski yasaların büyük bir kısmı iptal edilirken, 129. maddesi devletin sosyalistler ve radikal sol ile mücadelenin bir aracı olarak korundu.

1 Ağu 2012

Hüseyin...

Her sene şu sıralarda gazetemizin sayfalarında sık sık O'nun bu fotoğrafı ile karşılaşırız. Fotoğrafın ne zaman çekildiği belli değil; muhtemelen 1990 ya da 1991. Bakmayın 'büyük' gösterdiğine; o zaman henüz 23-24 yaşındadır.
25 Şubat 1988'de tutuklandığında, 20 yaşındaydı. Selahattin Erdem ve Ali Haydar Kaytan'ın da aralarında bulunduğu 20'yi aşkın PKK'li ile birlikte yargılandığı 'Düsseldorf davası'nın en genç 'sanığı' idi. Ama Almanya tarihinin bu en büyük (ve en masraflı) siyasi davasında hem politik birikimi hem de güçlü çıkışlarıyla Kürt özgürlük mücadelesini kriminalize eden Alman devletini yargılamasını bilir. O davaya şahit olanlar, hala Hüseyin Çelebi'nin savcı ile diyaloglarından söz eder. Mesela bir gün, onları 'PKK içinde terörist bir hücre oluşturmak'la suçlayan savcıdan, terörizmi tanımlamasını ister. Savcı, kendince 'terör örgütü' tanımını yapar. Sonra Hüseyin, "Savcı bey, siz Hıristiyan mısınız?" diye sorar. Savcı "Evet" der. Hüseyin, Roma işgaline karşı direnişe öncülük eden Hz. İsa ve havarilerinin özelliklerini sayıp, bunları savcıya onaylatır. Savcı, itiraz etmez. Ardından Hüseyin, "Savcı bey, sizin terör tanımınızı uyarladığımızda Hz. İsa terörist başı olduğuna göre, siz de terörist olmuyor musunuz?" diye sorunca, savcı ne diyeceğini bilemez ve duruşmaya ara verilir.

Txabi'nin intikamı

Her halkın tarihinde kimi zaman büyük acılar, kimi zaman ise görkemli direnişlerle belleklere yazılan günler vardır. Kürtler açısından kendini tekrar eden kara günlerden biri, 29 Haziran'dır. 1925 yılında, takvimler 29 Haziran'ı yazdığında Şeyh Said ve arkadaşları idam edildi. Tam yetmiş iki yıl sonra ise, Abdullah Öcalan'a idam cezası verildi.
Nasıl ki Öcalan'a idam cezasının 29 Haziran'da okunması tesadüf olmadıysa, Bask Ülkesi'nin bağımsızlığı için mücadele eden ETA'nın kuruluşunun 31 Temmuz'a denk gelmesi de tesadüf değil.
1895 yılıydı. Baskların öz yönetimlerinin Madrid tarafından iptal edileli tam ondokuz yıl olmuştu. Ki Romalıların adını 'dağ halkı' anlamına gelen Barscunes koyduğu halk, yüzyıllar boyu bir yüzü denize, diğer yüzü dağlara bakan bu topraklarda kendi yaşamını kendi kurmuştu. İşgal anlamına gelen özerklik statüsünün iptali birden değil, adım adım geliştirilmişti. Kendilerine 'Euskaldunes' diyen Basklar, 'matxinada', yani isyanlarla özgürlüklerini savunmaya çalıştı. Egemenlerin yanıtı kanlı oldu.

25 Tem 2012

'Operasyon hatası' ölüler

11 Eylül’den sonra startı verilen ‘terörle mücadele’ ile birlikte İnsansız Hava Araçları (İHA) da bu savaşın temel silah teknolojisine dönüştü. İHA’lar önceleri daha çok keşif amaçlı kullanılırken, silahlı modellere rağbet arttıkça artıyor. Özellikle ABD, olay yerinden çok uzakta bir ofiste bir düğmeye basarak Afganistan ve Pakistan’da insanları havadan bombalamaktan pek bir keyif alıyor anlaşılan. Öyle ki ülkede silahlı İHA’lara karşı ciddi bir muhalefet olmasına ve hukukçular, bu hava saldırıların uluslararası hukuk ihlali olduğunu vurgulamasına rağmen, son 8 yılda sırf Pakistan’da İHA’larla 300’ü aşkın hava saldırısı gerçekleştirildi. Bu saldırılarda en az 3 bin insan katledildi. Saldırılarda öldürülenlerin en az dörtte birinin sivil olduğu belirtiliyor ancak bu rakamın daha yüksek olduğu tahmin ediliyor. Kayıtlara göre Pakistan’daki saldırılarda 164 de çocuk öldürüldü. Tıpkı Roboskî’de olduğu gibi Pakistan’da da bombalanan siviller ‘operasyon hatası’ kapsamına alınıp, sorumlular çoğunlukla yargılanmadı.

18 Tem 2012

Benim cici silahlarım

Almanya, dünyadaki en büyük üçüncü silah ihracatçısı. Ülkede bu sektörde çalışanların sayısı yüz bine yakın. Dünyadaki silah ticaretinin hacminin yüzde 11'i Almanya'nın. Ölüm makineleri iyi kazandırıyor. 2010 yılında, bir önceki seneye göre yüzde 50'lik bir artış kaydedilen silah ticareti sonucu Almanya'daki üreticilerin yıllık geliri 2.1 milyar Euro'ya ulaştı.
Bu kâr, silah (ve dolayısıyla savaş) endüstrisinin açlığını gidermeye yetmiyor olacak ki hükümet, silah ihracatını kolaylaştırmanın yolunu arıyor. Zira basına yansıyan bir habere göre Federal Ekonomi Bakanlığı, dış ekonomi hukukunda reform için hazırlıklara başladı. Amaç, "Alman ihracatçıları Avrupalı rakipleri karşısında dezavantajlı konuma iten özel yasaları kaldırmak". (Bu sözler, bakanlığın konuyla ilgili taslağına ait.) Bakanlık, bugün bu konuda ihracat yapan şirketlerle toplanacak.

11 Tem 2012

Almanya'nın İdris'i

Ülkelerin (ya da devletlerin) ne kadar demokratik ya da antidemokratik olduğunu ölçme iddiasında olan çeşitli kurumlar var. Bunlardan, Zürih Üniversitesi ile Berlin Bilim Merkezi’nin birlikte hazırladığı Demokrasi Barometresi, dünyadaki en demokratik ülkeleri mercek altına alıyor. Bu iki kurumun araştırmalarındaki temel kriterler; özgürlük (bireysel özgürlükler, hukuk devleti, kamu), denetim (rekabet, kuvvetler ayrımı, yönetebilirlik) ve eşitlik (şeffaflık, katılım, temsiliyet).
 Demokrasi Barometresi’ne göre 2007 yılında Almanya, dünyada demokrasi niteliği en yüksek 8. ülke konumundaydı. The Economist’in hazırladığı Demokrasi Endeks’te ise Almanya "tam demokrasi" olarak 10 puandan 8.34 puan ile 14. sırada yer alıyor. (Türkiye, "melez rejimi" olarak 167 devletlik listenin 88. sırasında bulunuyor; Bosna, Rusya, Küba ve Venezuela gibi ülkelerin önünde...)
Bu tür listeler hem amaçları, hem kullanılan yöntemler hem de esas alınan kriterler bakımından kuşkusuz tartışmalık. Burada maksat, farklı bir hususa dikkat çekmektir. O da, Almanya’nın bütün bu listelerin ön sıralarında yer alıp, dünyada demokratik bir yapı olarak kabul ediliyor olması. Kuşkusuz dört dörtlük bir demokrasiden bahsetmiyoruz, ancak bir hukuk devleti olduğu, genel kabul gören bir nokta (ki kanunlar demokratik olmadıktan sonra hukuk devletinin kıymetinin ne olduğu ayrı bir tartışma konusu).

27 Haz 2012

WDR Gülen programını niye yayınlamadı?

Yüksel Uğurlu, Almanya'daki resmi devlet televizyonlarından olan WDR için çok sayıda başarılı dokümantere imza atmış bir yönetmen. Yimpaş davası ve Türkiye'deki Hıristiyanların durumuyla ilgili belgeseller hazırladı. En son da Cornelia Uebel ile birlikte, Gülen ağını mercek altına alan "İmamın Sessiz Ordusu - Fethullah Gülen'in Ağı" (Die stille Armee des Imam - Das Netzwerk des Fethullah Gülen) isimli bir tv-dokümanteri hazırladı.
45 dakikalık bu programın tanıtımı, WDR'in internet sitesinde şu şekilde yapıldı: "Türk vaizi Fethullah Gülen, başarılı bir şekilde büyük müslüman 'reformcu' imajını oluşturuyor - dünya çapında. Ancak onu eleştirenler, Gülen'in İslamı modernleştirmeyi değil, moderniteyi islamlaştırmayı amaçladığını söylüyor. Gülen hareketi artık neredeyse bütün Alman şehirlerde de okullarla veya farklı eğitim kurumlarla aktif. Kuran okulları yerine liseler - Batı'nın hayalini kurduğu 'Soft İslam' bu mu? (...)" Yüksel Uğurlu ve Cornelia Uebel, dokümantasyon için hem Gülen taraftarları ve Almanya'daki eğitim kuruluşlarında çalışan kişiler hem de cemaatten ayrılıp korkudan dolayı yüzlerini kameraya gösteremeyenlerle görüşmüş. Bu açıdan da dikkat çekici bir çalışma.

23 Haz 2012

Özgürlük ütopya değil

Mandela’nın özgürlüğü için onlarca ünlü sanatçının Londra’da sahne aldığı 1988 senesi, ANC liderinin ABD tarafından terörist ilan edildiği yıldı. 3 yıl sonra özgürdü artık. 

Tracy Chapman, 11 Haziran 1988’de Londra’daki ünlü Wembley Stadı’nda sahneye çıkmaya hazırlandığı sırada, o gün hayatının değişeceğini bilemezdi. İlk albümü daha 2 ay önce çıkmış, ABD’de az, Avrupa’da ise henüz hiç tanınmayan genç bir müzisyendi. Orkestrasız, sadece elindeki akustik gitarla sahneye çıkıp, 72 bin kişiye „Talkin’ ‘bout a Revolution“ şarkısını söylemeye başladı: „Bilmiyor musun, onlar devrimi konuşuyor, kulağa fısıltı gibi geliyor. Yoksul insanlar ayaklanacak, haklarını alacak...“



20 Haz 2012

Kapitalizm Marx’ı keşfederse

Chemnitz, Almanya’nın doğusunda, Çek sınırına yakın 240 bin nüfuslu bir şehir. Adını, şehrin ortasından geçen, Slavca adı Kamjenica olan aynı isimli nehirden alıyor. Doğunun doğusundaki bu şehir, ilginç bir haberle Almanya gündemine girmeyi başardı. Bu habere geçmeden önce Almanya’da yaşayan insanların da yolunun kolay kolay düşmediği bu şehrin tarihine bakalım.
Muhtemelen 1170 yılında Kayzer Friedrich Barbarossa tarafından kurulan yerleşim yeri, Ortaçağ’da da bir ekonomi merkeziydi. 18. yüzyılın sonunda ise önce büyük ekonomi gücüne sahip bir endüstri merkezi haline gelir, daha sonra da Almanya’nın en önemli endüstri şehirlerinden biri olur. Öyle ki, o dönemler “Saksonya’nın Manchester’i”

13 Haz 2012

Ordunun yeni reklam yüzü

2. Dünya Savaşı'nın ardından, 1955 yılında Batı Almanya devleti yeniden silahlandırıldığında, hem siyasi partiler hem de çeşitli örgütler arasında konuyla ilgili ateşli tartışmalar yürütüldü. Mesele şuydu: Hitler diktatörlüğünden sonra Almanya'nın yeniden bir orduya sahip olması doğru muydu, bunu ahlaken savunmak mümkün müydü?
Nihayetinde 7 Haziran 1955'te Ordu İdaresi kuruldu ve 12 Kasım'da da ilk 101 gönüllü için askeri yemin töreni düzenlendi. Alman ordusu 'Bundeswehr' işte o zaman kuruldu. Nazi geçmişinden dolayı anayasal olarak ordunun ülkenin sınırları içinde 'görev' yapması epeyce sınırlandırıldı. Fakat kurulduğu gün NATO'ya katılan Bundeswehr, birçok ülkede 'görev' yapıyor. Dikkat edilirse bu 'yurtdışı görevler' toplum içinde pek gündemleşmiyordu,

9 Haz 2012

'Temel ölçü özgür basına yaklaşım'

“AKP, halkın haber alma hakkından müthiş derecede rahatsız oluyor. Bir günde 48 gazetecinin gözaltına alınması, ardından 35 kişinin aynı günde tutuklanması, Türkiye’de bir ilktir. AKP’nin geldiği nokta bu. Ahmet Şık, Nedim Şener, Ragıp Zarakolu gibi gazetecileri serbest bırakarak üzerindeki baskıyı azaltacağını sanıyor. Ama hükümetin zihniyetinde değişen bir şey yok.”


105 gazetecinin cezaevinde bulunduğu Türkiye, dünya çapında en fazla tutuklu gazetecinin olduğu ülkedir. Geçtiğimiz çarşamba günü tutuklu gazetecilerin serbest bırakılması için “Tasmalı değil, kelepçeliyiz” sloganı ile “Tanıklık Günleri” eylemlerine başlandı. Tutuklu Gazetecilere Özgürlük Platformu öncülüğünde Haziran ayı boyunca İstanbul Adalet Sarayı önünde her gün beş gazeteci için tanıklık edecek.  
2004’te kurulan Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu (TGDP) da Tutuklu Gazetecilere Özgürlük Platformu’nda yer alıp, gazetecilik faaliyetlerinden ötürü tutuklanan basın emekçilerin durumuna dikkat çekiyor, bu konuyla ilgili çalışma yürütüyor. Biz de, Türkiye’de basın özgürlüğü konulu panellere katılmak üzere Rosa Luxemburg Vakfı ve Rote Hilfe derneği tarafından Almanya’ya davet edilen TGDP Sözcüsü Necati Abay ile AKP’nin bu alana müdahalelerini, tutuklu gazetecileri ve basın kuruluşlarının basın özgürlüğü savunuculuğunu konuştuk.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin hiçbir döneminde bu kadar tutuklu gazeteci yoktu. 100’den fazla gazetecinin şu an cezaevinde olmasının AKP politikası ile bağı nedir?

AKP, halkın haber alma hakkından müthiş derecede rahatsız oluyor. Türkiye’de çok ciddi politik gündemler var; Kürt sorunu var, Alevi sorunu var, farklı sorunlar var. Bu

6 Haz 2012

Cinnetlik haller

Almanya'daki ajanslar önceki gün, korkunçluğunu tarif etmeye kelime bulamadığım dehşet verici bir cinayeti haber geçti. Olay yeri, Kürtlerin de yoğun olarak yaşadığı Berlin-Kreuzberg'teki Köthenerstr. sokağı.
Komşuların anlatımına göre pazarı pazartesiye bağlayan gece saat 01:00 sularında, Ağrı-Eleşkirtli bir Kürt olan Orhan Subay, 30 yaşındaki eşi Semanur Subay'ı zorla yaşadıkları evin çatısındaki terasa çıkardı. Burada 6 çocuk annesini öldüresiye dövdü, onu yerde yatarken defalarca tekmeledi. O sırada sesleri duyan komşular, Orhan Subay'a derhal eşini bırakmasını söyleyip polise haber veriyor. 
O ne yapıyor? Eve girip iki bıçakla dönüyor. Üç kez tekbir getiriyor. "Allahu ekber! Şeytan!" diye bağırıyor. Sonra kim bilir kaç kez dayak attığı kadını bıçaklayarak katlediyor. Herkesin gözü önünde. Ardından ise elindeki kanlı bıçakla kadının bedenini parçalıyor. Başını kesiyor. Saçlarından tuttuğu başı havaya kaldırıyor, bütün herkes görsün diye, kazanılmış bir ödülü gösterir gibi! Anlaşılan

1 Haz 2012

Kürtçe mizaha yeni bir soluk: Golik

Bolu F Tipi hapishanesindeki siyasi tutsakların hazırladığı Kürtçe mizah dergisi Golik'ın ilk sayısı çıktı. Pêkenok'tan karikatüre, çîrok'tan aforizmaya zengin bir içeriğe sahip olan Golik, geçmişte çıkarılmış olan Kürtçe mizah yayınlarının devamcısı niteliğinde.

MERAL ÇİÇEK

Bolu F tipi hapishanesindeki siyasi tutsakların hazırladığı Kürtçe mizah dergisi Golik'ın ilk sayısı çıktı. Tewlo ile başlayan Kürtçe mizah dergi geleneğini, Golik devraldı. Kürtçe dergi alanındaki bu yeni soluğun en büyük özelliği ise, 'içeriden' hazırlanıyor olması. Hal böyle olunca, derginin yazıları ve çizimlerin tamamı savcılık incelemesinde "GÖRÜLDÜ" mührü alarak geçti. Fikri bir F Tipi Hapishanesinin bir hücresinde doğan Golik, pêkenok'tan karikatüre, çîrok'tan aforizmaya zengin bir içeriğe sahip. İlk sayısı geçtiğimiz günlerde çıkan ve İstanbul'daki Fırat Gazetesi ile dağıtılan Golik'ı, hem derginin yayın kurulunda bulunan hem de karikatür ve çizimleriyle katkı sunan Mehmet Boğatekin ile konuştuk. Konuştuk derken, 1997'de tutuklanıp müebbet hapse mahkum edilen ve şu anda Bolu F tipi hapishanesinde tutsak Boğatekin ile mektup yoluyla söyleştik...

İçeride mizah dergisi hazırlama fikri nasıl doğdu?
Uzun zamandan beridir hapishanede karikatürle uğraşan arkadaşlar olarak 'Neden hala Kürtçe mizah yapan bir dergimiz yok?' sorusunu kendi aramızda tartışıyorduk. Dışarıda diğer dillerden yayınlanan onlarca mizah dergisi olmasına rağmen Kürt dilinde yayınlanan

30 May 2012

Hayalet şehirler, gerçek savaşlar

Avrupa Birliği Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü (EUISS), AB'nin temel 'düşünce kuruluş'larındandır. 2001 yılında AB Bakanlar Kurulu kararıyla kurulan enstitü, bir nevi AB'nin savunma ve güvenlik politikalarının somutlaştırıldığı mekanlardan biridir. Kiminin 'think tank', kiminin 'düşünce fabrikası' dediği bu enstitülerin ulusal ve uluslararası politikalar üzerindeki etkisi, kendi başına bir tartışma konusu. Bu yazıda söz konusu kuruluşa değinmemin sebebi, EUISS'nin "Avrupa'nın savunmasına dönük 2020 yılı için hedefler" (What ambitions in european defence in 2020) başlıklı güncel raporunda yer verdiği bir değerlendirme. O raporda, gelecekte savaşların artık devletler arasında değil de, "dünya toplumunun eşit olmayan sosyoekonomik sınıfları" arasında yürütüleceği belirtiliyor. Giderek büyüyen eşitsizlik sebebiyle patlamaya hazır gerginliğin de arttığına

25 May 2012

Zindanda Açan Çiçekler: İçerideki Deli Dalgalar (Adil Okay)

Adil Okay'ın "Kıyıya Vuran Dalgalar" isimli kitapla ilgili yazısını aşağıda paylaşıyorum. Dışarıda Deli Dalgalar İnsiyatifi'nce derlenen bu kitabı Murathan Mungan, 2 Haziran (gelecek haftasonu cumartesi) saat 15:00 ila 18:00 arasında imzalayacak. Adres: Khalkedon Kitabevi - Caferağa Mah. Sakız Sk. No: 12A (Caferağa Spor Salonu karşısı) Bahariye - İstanbul. 

Dışarıda Deli Dalgalar'ın çağrısı şöyle: 
Sevgili arkadaşlar, 
İmza günümüze katılımınız, hapishanelerdeki binlerce siyasi tutukluya destek olacaktır. İmza gününe gelerek kitap alıp, bizlere ve çalışmamıza gönülden destek veren yazarımız Murathan Mungan'a imzalatarak, içeriden bir arkadaşa göndermek en büyük katkı olacaktır. Özellikle etrafımızda bildiğimiz tutuklu yakını aileleri imza gününe taşımak, davetiyeyi kendi arkadaş çevresi ve mail grubuna yaymak konusunda tüm arkadaşların gerekli duyarlılığı göstereceğine inanıyoruz.

Selam ve sevgilerimizle...

Teşekkürler
Delidalgalar
http://www.delidalgalar.com
http://www.facebook.com/groups/Disardadelidalgalar/


Edebiyat deyince aklımıza önce roman, öykü ve şiir gelir. Sonra da akımlar. Klasik, modern, realist, sürrealist, dadacı v.d… Ve bu akımların ülkemiz

21 May 2012

Frankfurt’tan devlet manzaraları

Son günlerde Frankfurt’a uğramış veya buradan geçmiş olanlar, olağanüstü hal koşullarına şaşırmış olabilir. Nereye baksan çeşit çeşit üniformalı robocop tipi polisler, şehir merkezinin bir kısmında yollar kapatılmış, kentin üzerinden helikopterler geçiyor, otoban kenarlarına kontrol noktaları kurulmuş, tren garında insanlar durdurulup kimlik kontrolünden geçiriliyor, bütün kapılar polislerce tutulmuş. Çarşamba günü başlayan bu manzara,  dün de devam ediyordu.
Şimdi dersiniz ki muhtemelen bir ‘terör saldırısı’ tehdidi vardı ki, polis de vatandaşın güvenliğini sağlamak üzere ‘görev’deydi. Zaten polis her zaman yurttaşın “dostu ve yardımcısı” (Die Polizei; dein Freund und Helfer) olarak tanıtılır ya. Ama bu, onun esasen toplumun değil devletin dostu ve yardımcısı olduğu gerçeğini değiştirmez. Ve Blockupy Frankfurt ile birlikte gördük ki, o ayrıca piyasaların, bankaların ve finanskapitalin de koruyucusu.
Blockupy Frankfurt ne mi?

19 May 2012

Taşlar toprağın kemiğidir

Dilek Gökçin'e

Çocukluğumun en güzel anlarını hatırlamaya çalıştığımda, aklıma hep damda uyuduğumuz geceler gelir. Çocukken gece uzaktı. Biz, hep o gelmeden gitmek zorundaydık. Uyandığımız zaman da o çoktan gitmiş olurdu. Bazı zamanlarda pencereden arardık; gecenin karanlığında ayı, yıldızları. Bulamazdık kentin ışıkları arasında.
Sılo dedemin henüz vefat etmediği zamanlarda, nasıl ki çeşmeden taşıdığım suyun şerbet gibi tatlı olduğuna inandıysam, bizim köyün de gökyüzüne daha yakın olduğuna inanıyordum. Köy, geceye yakındı. Güneşin doğduğu topraklara akşam da erken inerdi. Ve tam karanlık çökecekken, o ağır döşeklerin dama taşınmasını beklerkenki heyecandan daha güzeli yoktu. Sonra, en çok kırmızı satenli olanını sevdiğim o ağır, içi yünden yorganlar serilirdi. O kadar ağırlardı ki, sabahları uyandıktan sonra tek başıma yorganın altından çıkmaya çocuk gücüm yetmezdi.
Damın hemen arkasındaki bahçedeki çekirgelerin vır vır sesleri eşliğinde beklemeye koyulurduk kayacak ilk yıldızı. Gözlerimizi gökyüzünden hiç ayırmazdık. Ki çoğunlukla o beklediğimiz yıldız

14 May 2012

Gazetecinin etiği ve ‘pislik yayınları’

Almanya’da yaşayanlar şu günlerde Henri Nannen’in ismiyle bir yerlerde karşılaşmış olmalı. Nannen, uzun yıllar haftalık Stern dergisinin yayıncılığını ve genel yayın yönetmenliğini yaptı. 1977 yılında, Praglı gazeteci Egon Erwin Kisch adına gazetecilik ödülünü oluşturdu. 1885-1948 yılları arasında yaşamış olan Egon Erwin Kisch gerçekten de siyasi duruşu ve yaptığı işlerle çok önemli bir gazeteciydi. Nannen için aynısını söylemek kanımca mümkün değil. Her neyse, Nannen öldükten sonra 2005 yılında Stern’i de çıkaran Gruner + Jahr Yayınevi, Henri Nannen Gazetecilik Ödülü’nü vermeye başladı, Egon Erwin Kisch Ödülü de ayrı bir kategori olarak bu etkinliğe dahil edildi.
Henri Nannen Ödülleri Almanya’daki en prestijli gazetecilik ödüllerindendir. Bundan dolayı

7 May 2012

Etem Xemgîn: Geçmişimiz de geleceğimiz de mezarlarda saklı

Tarihçi-yazar Etem Xemgîn, öncelikle Alevilikle ilgili çalışmalarıyla biliniyor. Ancak Kürtlerin sosyokültürel yapılarını, gelenek ve göreneklerini, yaşam ve inanç tarzlarını da iyi bilen bir araştırmacı. Onu evinde ziyaret edip, mezarların toplumsal yerini, ölü gömme gelenekleri, Zerdüşt inancında yaşam ve ölüm felsefesini konuştuk.

Toplumsal hafıza bağlamında mezarlar sizce nasıl bir anlama sahip?
Mezar kültürü aslında tarih kültürüdür. Çünkü mezarlar, yani anaların-ataların yattığı yerler insanların geçmişidir. Kendi geçmişine bağlılık bir yerde tarihe bağlılıktır. O mezarlara saygı duymayan, geçmişine de saygı duymaz. Analarına, atalarına saygı duymayan, sahip çıkmayan, ülkesine, geçmişine sahip çıkmaz. Anaların, ataların yaşam alanlarına bağlılık, bir kültürdür. Ama bu kültür ortadan kalktığı zaman, insan kendi geçmişi ile bağlarını da kaldırmış olur, kendi ülkesiyle bağlarını koparmış olur. Bu da inanç veya yaşam bazında doğru bir yaklaşım değil. Deniyor ki 'doğduğun yer değil, doyduğun yer ülkendir'. İyi, hoş

30 Nis 2012

Springer mağdur değildi (Marek Dutschke)

Springer Grubu tarafından hedef gösterildikten sonra vurulan Rudi Dutschke'ye suikastın hikayesini daha önce yazmaya çalışmıştım. Springer şu sıralar, 60'lı yılların arşivini internette 'hizmete sunarak', geçmişi ile hesaplaştığını iddia ediyor. Rudi Dutschke'nin oğlu Marek Dutschke, babasını hiç göremedi. Spiegel dergisinin sitesinde bugün, konuyla ilgili yazdığı bir makale yayımlandı. Biraz da aceleyle Türkçe'ye çevirdim...

Wolf Biermann, 11 Nisan 1968'de babama karşı gerçekleştirilen suikasttan sonra yazdığı "Rudi Dutsche'ye üç kurşun" başlıklı şiirinde şöyle demişti: "Birinci kurşun Springer'in gazete ormanından geldi. Adama parasını bile ödediniz." Biermann, adam derken bizzat Axel Springer'i kastediyordu. Yaşasaydı 2 Mayıs 2012'de 100 yaşına girecekti. Benim babam 1979 yılında Danimarka'da, suikastın etkileri sonucu öldü.

Dikkat, gemide 'Korsan' var!

Bundan yaklaşık 2 yıl önce üniversitede bir öğrenci, dersimizde bitirme tezini Korsanlar üzerine yazmak istediğini söylediğinde, çoğumuz bir partiden söz ettiğini bile anlamamıştık. Hocamız, gülümseyerek "Sence bu parti gerçekten de geniş bir destekçi kitlesi bulabilir mi?" diye sormuştu. Korsanlar Partisi'ne (Piratenpartei) üye olan öğrenci ise "Şimdiden bir yerde belediye meclisine seçildik. Gelecekte eyalet meclislerine de gireceğiz" şeklinde yanıt verince hepimiz arkadaşımızın iyimserliğine gülümsemiştik. Aradan geçen süre içinde, o ana dek adını bile duymadığımız Korsanlar Partisi, Almanya'da iki eyalet meclisine girmeyi başardı. Kamuoyu yoklamalarına göre şu an yüzde 11-13 seçmen desteği ile Sol Parti ve

23 Nis 2012

İslam ve ‘deutsche Leitkultur’

Geçtiğimiz perşembe günü, 7. Alman İslam Konferansı gerçekleştirildi. Bu konferansın ilki 2006’da “Müslümanlar ile Alman devleti arasındaki diyaloğu ve entegrasyonu güçlendirmek için” yapılmıştı. Resmi amaç bu. Ama hatırlarsanız, dönemin içişleri bakanı Wolfgang Schäuble, asıl amacın İslamcılığı önlemek olduğunu söyleyerek meselenin özüne dokunmuştu.
Bu yılki konferans, “Cinsler arası adaleti ortak değer olarak yaşamak” başlığı altında

16 Nis 2012

81 direnişinden Strasbourg'a

Geçtiğimiz Şubat ayında Hamburg’ta, Kapitalist Moderniteye Alternatifler başlıklı bir konferans düzenlendi, hatırlarsınız. O konferansta Zapatist hareketi tanıtan bir konuşmacı, tarihin farklı anlarında, dünyanın farklı coğrafyalarında insanların birbirinden tamamen habersiz olarak komünal özerk yapılar geliştirmeye çalıştığını vurguladı. Bugün komünalizm olarak isimlendirdiğimiz yaşam ve örgütlenme biçimi, tarih boyu farklı mekan ve zamanlarda bir şekilde yaşam bulmuştur. Bir zamanlar bir yerde başlayıp akan, bir süreliğine kuruyan, sonra başka bir yerde canlanıp yeniden akmaya devam eden bir nehir gibi.
Belki de hepsi tek bir nehirden doğup çoğalmışlardır. Belki bütün nehirlerin başlangıcında, suyun aradığı bir çatlak vardı. O çatlağın içi su ile doldukça, nehirler çoğaldı. Farklı mekanlarda akıyorlardı, ayrı ayrı, ama birlikte, eşzamanlı. Mekanda ayrışırlar, zamanda buluşurlar.
1980’li yılların başında Türkiye’de 12 Eylül darbesiyle birlikte sokaklarda terör estirilirken, başka bir

13 Nis 2012

Paskalya'da darağacında dirilenler

James Connolly
Bir ayaklanmanın hikayesi...

(...) Biliyoruz düşlerini. Bilmek
Yeter düş kurup öldüklerini;
Ya aşırı sevgiden
Çıldırıp öldülerse?
Yazıyorum şiirimde
MacDonagh ile MacBride
Sonra Connolly ile Pearse
Hem bugün, hem gelecek günlerde,
Yeşil giyilen her yerde,
Değişti, her şey değişti kökten:
Korkunç bir güzellik doğdu.


(William Butler Yeats)

İrlanda ulusal hareketinin bin sekiz yüz seksenli yılların başında Charles Stewart Parnell liderliğindeki özerklik arayışları, "Home Rule" formülü ile özetleniyordu. Birleşik Krallık sınırları içinde İrlanda'nın özerk meclisi kurulacaktı. Bu amaçla hazırlanan yasa tasarısı oylamaya sunulduğu 1886 yılında da, ikinci denemenin yapıldığı 1893'te de reddedildikten sonra 1914'te nihayet kabul edildiğinde, dengeler çoktan değişmişti.

Birinci Dünya Savaşı'na beş kala, o güne kadar İrlanda özerkliğine kesinkes karşı çıkan İngilizlerle kuzeydeki Protestan Birlikçiler, bu kez "Home Rule" yasasının ateşli

12 Nis 2012

Taş yok mu taş! (EVRİM ALATAŞ)

Sık sık söylediğim ve yazdığım bir “belirleme” ile başlayacağım. Kürt çocuğu olmanın üç temel esası vardır: Kafanda taş kırığı izi taşımak, izmaritten sigaraya başlamak, kurbağa şişirmek… Dördüncüsü, taş kırığını aşmış bir durumdur. Panzer taşlamak!
Kendimden başlayayım. Bizim Malatya’nın Akçadağlıları taş atmayı iyi bilir. Derler ki iki köy arasında bir kavga varmış, karşılıklı silahlar patlamış, sonunda bir adam demiş, “Durun hele, iş ciddiye biniyor, taşa davranın!” Kafamda taş kırığı izi var, izmaritten değil ama babamın kaçak tütününden gizli gizli sararak içtim, kurbağa şişirmedim, lakin başkaca aktivitelerim oldu. Hesaba vursam, yüzde seksenbeşlik bir Kürt çocuğu çıkar benden. Demek ki neymiş, Kürt çocuğu taş atarmış… Bu durum hiç de öyle üzerinde durup düşünecek, kafa patlatacak bir hadise değildir. Gayet normaldir, olağandır, sıradandır, genetiktir… Ama illa ki bu hadise sorgulanacaksa, sorgulayalım… Çocukların taş atmasının sıradanlığını, tutuklanmalarının anormalliğini kurcalayalım bakalım.

3 Nis 2012

Siyah poşetteki yasaklı renkler

"Nisan en zalim aydır," demiş T.S. Eliot, Çorak Ülke şiirinde; "gövertir/ Leylakları ölü toprakta, yoğurur/ Anılarla istekleri, uyarır/ Uyuşuk kökleri bahar yağmuruyla..."
Şiirin bu dizelerle başlayan bölümüme "Ölülerin Gömülüşü" başlığını vermiş. Yaşamı kutlamaya gittiğimiz o gün payımıza ölüm düşecekti. Sevincin bedeli yastır bu topraklarda, on yıllardan beri kanundur bu! O kanunu delmeye gitmiştik, delemedik... Yeşil yapraklı sapsarı kır çiçeklerine kan sıçrayacaktı, kıpkızıl. Yasaklı renklerin inadı mıdır bu, bilinmez; ama kırmızısı hiç eksik olmuyor...
* * *
...Yücelerden gelen şu ses de nedir
Anaların yaktığı ağıdın mırıltısı,
Nedir şu kukuletalı insan yığını, kaynaşır
Sonsuz ovalarda, tökezler çatlak toprakta,
Ki kuşatılmış dümdüz bir ufukla yalnız,
Hangi kenttir şu dağların üstündeki
Çatırdı ve sessizlik ve patlamalar erguvan gökte...

2 Nis 2012

Silezyalı dokumacılar, bugünün sendikaları

"bir damla yaş yok karanlık gözlerinde
dişlerini gıcırdata gıcırdata oturuyorlar tezgahta,
acıyı, açlığı çektik yeterince;
sana bir kefen örüyoruz ey almanya
bir örüp, üç küfür sallıyoruz
örüyoruz, örüyoruz."

Bu dizeler, 19. yüzyıl Almanya'sının en önemli şairlerinden, hatta Nietzsche'nin sözleriyle "en yüce lirik şair" Heinrich Heine'nin (1797-1856) 'Silezyalı Dokumacılar' şiirine ait. Bugün, büyük çoğunluğu Polonya sınırları içinde kalan Silezya/Schlesien'de 1844 yılında başlatılan isyanda 11 dokuma işçisi katledildi, 24 kişi ağır yaralandı. 18. ve 19. yüzyılda Almanya'nın birçok yerinde çıkan dokuma işçi isyanları arasında en fazla hafızalarda kalan ayaklanma bu olup, çok sayıda şiir, tablo, şarkı ve drama konu edilerek gelecek kuşaklara aktarıldı.
Dokuma işçileri, 1370-71'de de Köln'de siyasi otoritelere karşı ayaklandı. Ayaklanma,