Almanya Gündemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Almanya Gündemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ara 2013

NATO karargahı Berlin’e taşınır mı?

NATO’ya üye devletlerin dışişleri bakanları Salı ve Çarşamba günü Brüksel’de toplandı. Toplantının gündeminde Suriye’deki durum, Afganistan meselesi ve Eylül 2014’te Britanya’da yapılacak NATO zirvesinin yanı sıra, Ukrayna’da devam eden gösteriler vardı. NATO adına, hükümeti göstericilere karşı “aşırı şiddeti” durdurma çağrısı yapılırken, Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle de toplantı bitmeden Kiev’e geçti. Normal koşullarda Alman bakanın Ukrayna hükümet yetkilileriyle görüşmeler de yaptığı bu ziyaretin pek değerlendirilecek bir yanı olmazdı. Ancak Almanya’nın son dönemde NATO içinde yaptığı hamleler gözönünde bulundurulduğunda, Westerwelle’nin Kiev’e gidişi “önder ulus” olma projesinin bir parçası olarak okunabilir. Bu konuya birazdan döneceğiz.
Ama ona geçmeden, İsviçre’nin temel günlük gazetelerinden Neue Zürcher Zeitung’un dünkü sayısında yayımlanan bir yoruma göz atalım. Almanya’nın önde gelen think tank kuruluşlarından olan Bilim ve Siyaset Vakfı’nın (SWP) Güvenlik Politikası Masası’ndan sorumlu siyaset bilimci Markus Kaim “Yeni güç, yeni sorumluluk” başlıklı makalesinde şöyle diyor: “Yeni hükümet önümüzdeki haftalarda gelecek dört yılda izleyeceği siyasetin ana hatlarını belirleyecek. Aktif ve kararlı bir dış ve güvenlik politikası bu bağlamda büyük önem arz etmektedir. Çünkü Almanya hiçbir zaman bugün olduğu kadar zengin ve emniyetli olmamıştır. Hiç olmadığı kadar uluslararası siyasette güç sahibidir. Ancak Alman siyaseti son yıllarda bu etkisini kullanmayı bilmemiştir. Son iki yıldaki BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğini, akılda kalacak inisiyatifler için değerlendirmemiştir.”

13 Mar 2013

Katiller içimizde!

Vartolu Yüsra Sukaya, Düsseldorf’ta yaşayan Kürtler arasında tanınan bir simaydı. Cumartesi günü Paris’te yapılan yürüyüşe katılarak hem kadına yönelik her türlü şiddete hayır diyecekti hem de 2 ay önce o şehirde katledilen 3 Kürt kadınını – Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’i – anacaktı. Olmadı. Ne kadına yönelik şiddete son diyebildi ne de Paris katliamını kınayabildi. Çünkü kendisi katledildi. Üstelik 8 Mart gününde.
Mehmet Sukaya’yı da Düsseldorf ve çevresinde tanımayan yok. Mele’dir. Camilerde vaaz veriyordu. Şehirdeki derneğe gidip geliyordu, etkinliklere katılıyordu. Hatta zaman zaman gazetemize haber hazırlayıp gönderiyordu. 32 yaşında. Üniversite mezunu. Yurtsever bir aileden geliyor. Babası Şêx M. Emin Sukaya 20 yıl önce kontralar tarafından katledilmiş.
Gayet ‘normal’ bir profil, değil mi? Üniversite okumuş, dindar, yurtsever, üç çocuk babası bir Kürt.
Cuma günü, vasıflarına bir yenisi eklendi; Mehmet Sukaya, bir katil. Aynı zamanda amca kızı olan eşini katletti. Üstelik arkadan boğarak. Cinayetten sonra 31 yaşındaki eşinin cesedini yatağın altına sakladı. Sonra çocuklarını alıp havaalanına gitti, Ankara’ya ailesinin yanına uçtu.

6 Mar 2013

Alman askerinin alaturka tuvaletle imtihanı

1683 yılındaki II. Viyana Kuşatması, aynı zamanda Osmanlı’nın Avrupa’dan çekilme sürecinin başlangıcını işaretler. İlk dönemde Alman Kaiser, İmparatorluğa karşı mücadelede daha etkin iken, 18. Yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’daki iç dengelerin değişmesiyle birlikte Rus Çarı Osmanlı’ya karşı temel güce yükseldi. Artık temel tehdit Prusya’dan değil, Çarlık Rusya’dan geliyordu.
İmparatorluk, 1877-78’deki Rus-Osmanlı savaşında yenilince II. Abdülhamid zayıf ordusunu yeniden inşa etme ihtiyacını duydu. Fakat bunun için dış desteğine ihtiyacı vardı. Bu iş için en uygun güç, Fransa’ya karşı askeri zaferi elde eden Alman İmparatorluğu idi. Zira II. Mahmud da Almanlara bu konuda güvenip, Prusya’nın en ünlü subayı olan Helmuth von Moltke’yi danışman olarak görevlendirmişti ve 1836-1839 yılları arasında ordusunu ona emanet etmişti. Hatta 1838’de 1. Han Mahmud İsyanı’nın bastırılmasında von Moltke bizzat katılmıştı.

27 Şub 2013

Ankara'da Paris konuşuldu mu?

Alman Başbakanı Angela Merkel, dört yıl aradan sonra Türkiye’yi ziyaret etti. Haliyle Alman basını 2 günlük ziyareti uzun uzadıya yoruma açtı.
Ziyaretten hemen önce, ‘Angie’ Merkel’in ne kadar zor (!) bir görevle karşı karşıya olduğu vurgulanarak, Alman Başbakanı ile empati kuruldu... Mesela Spiegel dergisi “Merkel’in Erdoğan ziyareti: Boğaz’ın yorucu adamı” başlığını attı. Süddeutsche Zeitung gazetesi “Başbakan Türkiye’de zor görüşmelerle karşı karşıya” dedi. Anlaşılan ülkedeki gazetecilerin hemen hemen tümü, Merkel için çok üzülmüş...
Ama sonra baktık ki görüşme hiç de kötü geçmemiş. Zira herkes Başbakanlık’taki basın toplantısında asık suratlar beklerken, Angie ve Recep gülümseyerek kameraların karşısına geçti.
Demek ki Şansölyemiz için boşuna bu kadar kaygılandık...
Yerseniz tabii.
Maraş’taki Alman askerlerini ziyaret ettikten sonra Kapadokya’da gezisine çıkan Merkel, Ankara’da Erdoğan ile neler konuştu? Gündeme getirdiği hususlar, başını ağrıtacak, onu Erdoğan karşısında güçsüz bir pozisyona itecek konular mıydı? Değildi elbet.

20 Şub 2013

Paris çağırır da Berlin koşmaz mı (?)

Alman ordusu Bundeswehr’in ilk yurtdışı ‘görev’ yerinin Amed olduğunu biliyor muydunuz? Şöyle ki Batı ve Doğu Almanya’nın birleşmesinden hemen sonra, yani 1990’da NATO zemininin dışında da askeri operasyonlara katılım ile ilgili bir tartışma başladı. Soğuk Savaş’ın sonuna gelinmişti, yeni bir dönem başlayacaktı. Bunun için de BM’nin onayından geçip uluslararası hukuka göre ‘meşruluk’ kazanan savaşlara katılmak gerekiyordu.
İşte birleşmiş Almanya’nın son model silahlarıyla katıldığı ilk yurtdışı ‘görevi’, Birinci Körfez Savaşı‘nda ABD öncülüğünde Irak’a karşı gerçekleştirilen “Çöl Fırtınası Operasyonu” oldu. Bu operasyon kapsamında 30 Ocak – 17 Mart 1991 tarihleri arasında füzeli hava savunma filosu Amed’e konuşlandırıldı. Ardından “barışı korumak/ tesis etmek” için birçok ülkeye girildi.
Sonra 11 Eylül’le birlikte “uluslararası terörle mücadele” dönemi başladı. Startı Afganistan’da verildi. ABD’nin orada başlattığı “Sonsuz Özgürlük Operasyonu”na elbette Almanya da katıldı. Ancak sorun şu ki, Aralık 2001’de ülkenin kuzeyine giriş yapan Bundeswehr, bir türlü çıkamıyor. Kamuoyu nezdinde meşruluğu kalmayan bu ‘görev’ için meclis her sene tezkereyi uzatırken, Afganistan onlar için tam bir bataklığa dönüşmüş.

13 Şub 2013

Artık Papa değiliz!

Bavyeralı Joseph Ratzinger yeni Papa seçildikten bir gün sonra, yani 20 Nisan 2005’te Bild gazetesi şu manşetle çıktı: “Wir sind Papst!”. Yani “Papa biziz!”. Papa olunca 16’ncı Benedictus adını kullanmaya başlayan Joseph Ratzinger’in ismini o güne dek çoğumuz duymamıştık. Ama önemli olan, bir zamanların ‘Kulturnation’u olmasına karşın 21. yüzyılın başında ne düşünce ne de sanat dünyasında kayda değer yeri kalmayan Almanya’dan çıkmış olmasıydı. Belki artık filozofumuz, bestekarımız, şairimiz yok ama Papa biziz!
Kendisinden önce 27 yıl boyunca Katolik Kilisesi’nin ruhani liderliğini yapan Papa II. Jean Paul’un sahip olduğu sempatiyi hiç görmeyen, reform ve açılım beklentilerin aksine statükoculuğa sarılan 16’ncı Benedictus, önceki gün istifa kararını aldığını duyurdu.
Billd gazetesinin bunun üzerine ‘Eyvah! Artık Papa değiliz!’ manşetiyle çıkması beklenirken, Papa’nın istifa dilekçesinde yer alan “Keine Kraft mehr!” (Gücü tükendi!) sözleri manşete taşındı. Dün hemen hemen bütün Alman gazetelerin manşetinde Papa’nın istifası vardı. En ilginç 1. sayfa ise, “Gott sei Dank” (Tanrıya şükür) manşetiyle çıkan tageszeitung gazetesininki idi.

6 Şub 2013

‘Namus kurtarıldı’ ya aile?

Midyatlı Arzu Özmen’in katledilmesinin üzerinden 1 yıl 3 ay ve 5 gün geçti. Yaşasaydı Nisan’da 20 yaşına girecekti. Yaşasaydı belki ait olduğu ama hiç görmediği toprakları bir gün doyasıya gezerdi. Ama olmadı. Toprakla arasına önce mesafeler girdi, sonra kendi tabutu. 18 yaşındaydı.
Êzîdî inancına sahip Özmen ailesi 1990’ların başında Almanya’nın Detmold kentine gelip yerleşmiş. 100’ü aşkın yıllık bir sürgün ‘geleneği’nin son halkasının mağdurlarıydılar. Onları topraklarından koparan, ta Osmanlı‘dan beri Êzîdîleri göçer ve sürgün bir hayata mahkum eden devlet ve onun şiddeti idi.
Zorunlu göç, kendi başına bir şiddet biçimidir. Uğruna göçe zorlanılan dini veya etnik kimlik, hem ait olunan yerde hem de gidilecek ülkede tanınmıyorsa, zorunlu göç sürecinde ve sonrasında bu şiddet biçimi daha ağır bir hal alır. Ancak ne yazık ki kimi zaman devletin şiddetine maruz kalanlar, daha ağır bir şiddetin uygulayıcısına dönüşebiliyor.
Ayrıntılara gerek yok; Arzu Özmen, kendi hayatıyla ilgili söz ve karar sahibi olmak istediği için öldürüldü. Bir zamanlar ‘gelenek’ diye ataerkil zihniyetçe belirlenen, her şeyden üstün tutularak yaşatılan, sorgulandığında hiçbir mantığa oturtulamayan sınırları bir kadın olarak aşma cesaretini gösterdiği için katledildi. Birey, ‘kutsal aile’ye feda edildi.

30 Oca 2013

#Aufschrei: 'Dekolteniz ne güzel'!

Bir hafta öncesine kadar, çok da yakından Almanya politikasıyla ilgilenmeyenlerin adını dahi duymadığı Rainer Brüderle’yi bilmeyen yok artık. Bunun sebebi, Brüderle’nin geçtiğimiz günlerde partisi FDP’nin kurultayında başbakan adayı seçilmiş olması değil. Hikayeyi baştan anlatalım.
Stern dergisi muhabiri Laura Himmelreich, Eylül’de yapılacak genel seçimlerde FDP’nin birinci sıra adayı olarak yarışacak 67 yaşındaki Brüderle ile ilgili bir makale kaleme aldı. Makale, geçen hafta yayımlandı. İşi gereği sık sık politikacılarla görüşen 29 yaşındaki muhabir, yazısında Brüderle ile bir yıl önce yaptığı bir görüşmeyi de anlattı.
Anlatıma göre politikacı bu görüşmede önce genç kadının dekoltesini süzüyor, ardından “Siz bir Dirndl’in içini de doldurursunuz” diyor. Dirndl, Bavyera bölgesine ait derin dekolteli, üstü dar altı geniş geleneksel bir elbisedir. Brüderle ardından kadın gazetecinin elini alıp öpüyor ve “Dans davetimi kabul etmenizi istiyorum” diyor. Himmelreich, “Sayın Brüderle, siz politikacısınız, bense gazeteci” şeklinde cevap veriyor. Bunun üzerine Brüderle bütün politikacıların gazeteciler karşısında zayıf düştüğünü söyleyince kadın gazeteci “Profesyonel yaklaşmamız bence daha doğru” diyor. FDP’linin buna cevabı ise şöyle: “Ama sonuçta hepimiz insanız.”

23 Oca 2013

50. yılında Alman-Fransız ‘dostluğu’

Bundan tam 50 yıl önce imzalanan ‘Elysée Sözleşmesi’ ile, Almanya ile Fransa arasındaki uzun düşmanlık tarihi sona erdirildi. Bu ‘ezeli düşmanlık’, birçok savaşa ve dolayısıyla ölüme sebep olmuş. Özellikle 1643 yılında Fransız tahtına çıkan 14. Louis’in krallık döneminden 2. Dünya Savaşı’na kadarki yaklaşık 300 yıllık süre içinde bu düşmanlık zirveye çıkmış. Bu nedenle 2. Dünya Savaşı’nın ardından Avrupa’nın birliğini oluşturma yolunda atılacak en önemli adım, bu iki ezeli düşmanı barıştırmaktı.
22 Ocak 1963’te, dönemin Batı Almanya Başbakanı Konrad Adenauer ile dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle tarafından Elysée Sarayı’nda imzalanan ‘Elysée Sözleşmesi’, bu ‘barışı’ güvence altına alacaktı.
Dün, sözleşmenin 50. yıldönümü vesilesiyle Alman başkenti Berlin’de bir dizi resmi kutlama gerçekleştirildi. Alman Şanselör Angela Merkel ile Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, Fransız Büyükelçiliğinde bir araya gelip birlik mesajı verdi. Ardından Hollande için Alman Cumhurbaşkanlık Konutu olan Bellevue Sarayı’nda askeri tören yapıldı. Öğleden sonra ise Fransız milletvekillerinin katılımı ile Alman parlamentosunda ortak bir oturum yapıldı.
Bunca uzun bir düşmanlık tarihinin ardından iki ülke arasında dostça ilişkilerin geliştirilmesi kuşkusuz olumlu ve örnek bir durum. Ancak bu dostluğun bir diğer yüzü farklı bir kesime karşı düşmanlıksa eğer, en basit deyimle kötüdür. Daha fazla demokrasi ve özgürlük değil de, baskı ve zulüm yaymak için yapılan yol göstericiliği tehlikelidir.

9 Oca 2013

Boateng'in yeşil sahadaki mesajı

Kevin-Prince Boateng, bir futbol ailesinden geliyor. Amcası, Gana milli takımında oynadı. 1954’teki dünya kupası final maçında Macar takımına karşı 3:2’lik galibiyet golünü atan Alman milli takım oyuncusu Helmut Rahn, anne tarafından akrabası. Kardeşi Jerome Boateng Alman milli takımı kadrosunda yer alıyor. Kendisi de Gana’nın millilerinden.
25 yaşındaki Boateng, Hertha BSC, Tottenham Hotspur, Borussia Dortmund ve FC Portsmouth’den sonra transfer olduğu AC Milano takımıyla geçtiğimiz günlerde deneme maçına çıktı. Maç esnasında, 4. ligte mücadele eden Pro Patria takımının bazı taraftarları durmadan Boateng ve Milano’da top koşturan koyu tenli oyunculara ırkçı küfür ve hakaretler yağdırdı. Babası Ganalı, annesi Alman Boateng buna 30 dakika boyunca katlandı. Sonra ırkçı küfür edenlere doğru şut çekti, trikosunu çıkardı ve yeşil sahayı terk etti. Takım arkadaşları da onu yanlız bırakmayıp, Boateng’i takip etti.
* * *

2 Oca 2013

CEO’lar ve objektif ajanlardan payımıza düşen

Peer Steinbrück, bugünün Almanya’sında değil de, örneğin 100 yıl öncesinin Moskova’sında yaşamış olsaydı, kesin en azından ‘objektif ajan’ damgasını yemişti. SPD’nin olası 3 aday adayı arasında kamuoyunda en az sevilen politikacı olmasına rağmen, biraz da zorunluluktan ötürü 3 ay önce sosyaldemokratların başbakan adayı seçildi. Böylece 22 Eylül’de yapılacak genel seçimlerde Merkel’e karşı yarışacak.
Ancak Steinbrück’ün son günlerde sarf ettiği sözlere bakılırsa, başbakan olmak istemediği düşünülebilir. Zira kendi kendine, zaten düşük olan sempati oranlarını daha da düşürüp, rakibine iş bırakmıyor.
Son üç haftadır zaten yan kazançları ile gündemde olan Steinbrück, en son Frankfurter Allgemeine Sonntagszeitung (FAS) gazetesine verdiği demeçte, başbakanlık maaşını düşük bulduğunu açıkladı. Şöyle demiş: “Kuzey Ren Vestfalya’da neredeyse her Sparkasse direktörü Başbakan’dan daha fazla kazanıyor.” Mali kriz zamanlarında böyle bir benzetme yapmış

19 Ara 2012

Kafesteki göz Gever'i görür mü?

Dört bir yanı kameralar ile gözetlenen yerler sorulduğunda, benim aklıma önce Gever, sonra Londra gelir. Her kamera, 'güvenlik' ile gerekçelendirilir. Gever somutunda kastedilen, işgalcinin güvenliği iken, Londra ise George Orwell'in İkinci Dünya Savaşı'ndan kısa bir süre sonra yazdığı 1984'ün bilim kurgudan çıkıp gerçeğe dönüştüğü halidir. Öyle ki otobüsler bile kamera ile gözetleniyor.
Almanya'da ise en çok kamera görebileceğiniz şehir, başkent Berlin'dir. Koca şehir içinde en iyi gözetlenen yer ise Alexanderplatz metro durağı. Ama buna rağmen, bu durak sürekli saldırılarla ülke gündemine giriyor. En son iki ay önce Alexanderplatz'da 20 yaşındaki bir kişi, bir grubun saldırısına uğrayıp öldüresiye dövüldü.
Eski başkent Bonn'da ise merkez garın peronunda geçen hafta patlayıcı ile yüklü bir çanta bulundu. Polisin dediğine göre düzenek, teknik bir hata sonucu patlamamış. Bombalı saldırı girişiminde bulunanların selefi olduğundan şüphe duyuluyor. Ancak eldeki tek ipucu, garın içinde bulunan McDonalds'a ait kamera kayıtları. Kayıtlarda, çantanın bulunmasından on dakika önce mavi çantayı elinde tutan genç bir adam görülüyor.

12 Ara 2012

Opel; bir kış masalı

1885 yılında, o dönem 41 yaşındaki bir makine mühendisi olan Carl Benz, dünyadaki ilk motorlu arabayı kamuoyuna sunduğunda, yaşadığı Mannheim’da insanların büyük çoğunluğu “atsız araba”sına gülüp geçmiş. 3 tekerlekli motorlu aracının ulaşımda devrim anlamına geldiğini o günlerde gören tek kişi, eşi Bertha imiş. Başka da herkes otomotif mucidi ile dalga geçmiş.
Ardından çok kısa bir süre içinde otomotif sektörü dünyadaki en büyük ve karlı üretim alanı haline geldi. Sırf 1900 yılında dünya çapında araba üreten 2 bin 500’ü aşkın firma bulunuyordu. Almanya ise temel üreticilerin başında geliyordu. Günümüzde de Çin ve ABD’den sonra dünyadaki üçüncü büyük otomotif üreticisidir. Ülke içinde de otomotif sektörü, cirosu itibariyle en önemli endüstriyi teşkil ediyor. 2008 yılında, 747 bin insanın çalıştığı bu sektörde yaklaşık 350 milyar Euro kar elde edildi.
Fakat 2008/2009’da küresel mali krizin Almanya’da vurduğu ilk alan da otomotif sektörü oldu. Sektör içerisinde krizden en fazla etkilenen ise, aylarca ülke gündeminden düşmeyen Opel oldu.

28 Kas 2012

Reich’ın Mezopotamya travması ve Patriotlar

Geçen hafta bu köşede, Almanya’nın Türkiye’ye (daha doğrusu Kuzey Kürdistan’a) Patriot füze savunma sistemlerini gönderme nedenlerine bu hafta göz atacağımızı belirtmiştik. Konu bir hafta önce gündeme girdiğinde, hükümeti oluşturan CDU/CSU ve FDP, NATO-ortağına „yardım“ın zorunlu ve gerekli olduğunu savunurken, meclisteki diğer partiler karşıt gibi görünüyordu. Daha doğrusu SPD ile Yeşiller, böyle bir karar için parlamentonun onayı gerektiğini vurgularken, Sol Parti prensip olarak karşı olduğunu ve sonuna kadar Patriot’ların gönderilmesini engellemeye çalışacağını kaydetmişti.
Aradan geçen birkaç günlük sürede Sol Parti pozisyonunu korurken, SPD ile Yeşiller, artık Patriot’ların gönderilmesine onay vermeye hazır. SPD, Aralık ayında mecliste yapılacak oylamada hükümeti destekleyeceğinin işaretini verdi. Yeşiller de, bazı kriterlerin yerine getirilmesi durumunda destek vereceklerini duyurdu.
Sol Parti dışındaki siyasi partilerin, Türk devletinin savunma değil saldırgan pozisyonunda olmasına rağmen Patriot’ların gönderilmesini desteklemesini birçok açıdan izah etmeye çalışabiliriz. Ama bence işin detaylarına girmek yerine Alman emperyalizmine ve Mezopotamya’da yaşadığı travmaya bakmakta fayda vardır.

31 Eki 2012

Berlin’e sultan geldi

Türk başbakanı Erdoğan, dün iki günlük ziyareti için dışişleri bakanı Davutoğlu ile Almanya’ya geldi. Akşam saatlerinde Berlin’deki yeni Türk büyükelçiliğinin açılışını yaptı. Bugün ise Alman şanselör ile öğle yemeğini yiyecek. Erdoğan-Merkel görüşmesinde, PKK, Kürt sorunu ve Suriye meselesi temel gündem olacak. Açlık grevindeki tutsaklar için „Aç kalan falan yok, herkes her şeyi yiyor“ diyerek ahlaksızlığı gözler önüne seren Erdoğan, Merkel ile yemek yediği sıralarda, Başbakanlık konutunun dışında binlerce kişi – Kürt, Ermeni, Asuri, Türkiyeli, Alevi, Êzîdî – onu ve temsil ettiği rejimi protesto edecek. Çünkü bu rejim, farklılıklara düşmanlık yapıyor. Çünkü bu rejim savaştan besleniyor. Çünkü bu rejim, Kürtlere bir tek ölümü layık görüyor. Bu rejim soykırımcıdır, ırkçıdır, kendisinden olmayanın düşmanıdır. ‘Tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek din’ diyen Erdoğan’a karşı yarın Berlin’de farklı milletler ve inançlar buluşacak, farklı bayraklarla tek ses olacak. Ve orada bulunacak sesler, 50 günden beri açlık grevinde olan tutsakların sesine de ses katacak, onların taleplerini sahiplenecek.
Erdoğan dün geldi ama Alman gazeteciler, günler öncesinden yazıp çizmeye başladı. Dün onlarca haber, analiz ve makale arasında öne çıkan başlıklardan bazıları şöyle: ‘Recep Tayyip Erdoğan’ın ikili oyunu’, ‘Onbinler Erdoğan’ı protesto edecek’, ‘Erdoğan Suriye konusunda destek arıyor’. Sol Junge Welt gazetesi, ‘Savaş kışkırtıcısı defol’ manşetiyle çıktı.

24 Eki 2012

Generalim, tankınız ne güzel

Almanya'da yaşayan her 5 kişiden 1'i yoksul. Rakamlarla yaklaşık 82 milyonluk nüfusun 16 milyonu, yoksulluk ve sosyal dışlanma ile karşı karşıya. İstatistiğe vurursak, toplumun yüzde 19.9'u ya işsiz olduğundan ya da çalıştığı halde düşük gelirli olduğundan ciddi maddi sıkıntılar yaşıyor. Ayın sonunu zor getirip, borçlarını ödemede zorlanan ve bu nedenle her an gelecek kaygısını yaşayanlar, psikolojileri bozulanlar her geçen günle birlikte çoğalıyor. Ki bir yıl önce bu oran, yüzde 19.7 idi.
Yoksulluk giderek genelleşiyor. Bu makaleyi okuyacak olanların da önemli bir kısmı, dün Federal İstatistik Dairesi tarafından açıklanan "Avrupa'da Yaşam 2011" başlıklı rapordaki yoksulluk kategorisine giriyor. Bir zamanlar, 'orta kesim' olarak nitelendirilenler hızla 'yoksul' konumuna itiliyor. Bu, doğrudan küresel kapitalizmin neoliberal politikalarının bir sonucudur. Yoksulluk, yoksulların 'suçu' değil. Dolayısıyla utanılacak bir şey de değil.

26 Eyl 2012

Neukölln nerede?

Almanya'da yaşayan Ausländerlar şimdiden şu ismi akıllarının bir köşesine yazsın: Buschkowsky. Heinz Buschkowsky. Çoğumuzun bugüne kadar hiç duymadığı bu isim, önümüzdeki günlerde, hatta haftalarda Almanya'nın temel gündemlerinden biri olacak.
Tanımayan büyük çoğunluk için kahramanımızı önce kısaca tanıtalım: Heinz Buschkowsky, 11 yıldan beri Berlin'in Neukölln semtinde/ ilçesinde belediye başkanlığı yapıyor. 64 yaşındadır ve SPD'lidir. Almanya çapında sesi ilkin 2004 yılında duyulmuştu. Buschkowsky o zaman "Multikulti başarısızlıkla sonuçlandı" diyerek, göçmenleri "entegre" olmamakla suçlamıştı. Bu sözlerinden dolayı epey tepki çekmişti. Oysa tepki gösterenlerin büyük bir kısmı, o dönem yeni yeni gündemleşen entegrasyon meselesinde çok da farklı düşünmemiştir.

12 Eyl 2012

ESM kimi kurtaracak?

Ekonomist değilseniz ve mali kriz ile ilgili haberleri düzenli takip etmiyorsanız, konu hakkındaki bir haber size farklı bir dilde yazılmış gibi anlaşılmaz gelebilir. Bugün açıklanacak Avrupa İstikrar Mekanizması (ESM) ile ilgili Anayasa Mahkemesi kararı öncesindeki haberlerde durum farklı değil. Dün öğle saatlerinde Google Haberler bölümünde „ESM Federal Anayasa Mahkemesi“ yazıldığında, tam 2742 tane güncel haber çıkıyordu. Okudukça insanın kafası daha da karışıyor...
Anlamaya çalışalım: Almanya’nın en üst mahkemesi olan Federal Anayasa Mahkemesi, bugün Avrupa İstikrar Mekanizması (ESM) ile ilgili kararını açıklayacak. ESM, Euro bölgesinde mali istikrarın sağlanmasına yönelik daimi bir mekanizma olarak tasarlandı. Haziran 2013’te yürürlüğe girmesi amaçlanıyor. ESM’nin 700 milyar Euro tutarında sermaye tabanı olması ve bu sermaye aracılığı ile 500 milyar Euro tutarında kredi verilmesine imkan tanınması hedefleniyor. Yani Lüksemburg merkezli olacak bu kurum ile, AB’nin bir nevi kendi IMF’sini oluşturmuş olacak.

5 Eyl 2012

Katliamcı terfi ederse...


Bundan tam üç yıl önce, 3'ü 4 Eylül 2009'a bağlayan gece Alman ordusu Bundeswehr'in talimatıyla Afganistan'ın Kunduz kentinde hava saldırısı düzenlendi. Sonradan, bombalanan insanların 'terörist' sanıldığı söylenecekti. Bu bombardımanda çoğu sivil ve aralarında gençlerle çocukların da bulunduğu en az 142 insan öldürüldü. İnsanlar, Taliban güçlerince kaçırılan ve mazot taşıyan iki tankerin etrafında toplanmıştı. 
Bu korkunç katliamın üzerinden tam üç yıl geçti. Peki bu üç yıl içinde neler yapılmış, neler yapılmamış?
Almanya hükümeti, katliamın sorumluluğunu üstlenmediği gibi mağdurlardan özür de dilemedi. 
NATO öncülüğünde Afganistan işgali için oluşturulan Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti (ISAF) raporuyla yetinen Alman hükümeti, konuyla ilgili ayrı bir soruşturma yürütmeye gerek duymadı. Muhalefetteki partilerin baskısıyla meclis araştırma komisyonu kuruldu. 
Uluslararası hukuktan ötürü tazminat zorunluluğu bulunmadığını ifade etmekten utanmayan hükümet, sözümona "insani sebeplerden ötürü gönüllü bir temelde" mağdurlara "destek ödemelerinde" bulundu. Bir cana biçilen "fiyat" 5 bin Dolar! Hatta tam öyle de değil, çünkü aile başına – o aileden öldürülen fertlerin sayısını gözetmeksizin – 5 bin Dolar ödenmiş. 

29 Ağu 2012

Meğer ırkçılar da mağdurmuş!

Bundan tam 20 yıl önce Rostock'ta, yüzlerce ırkçıdan oluşan bir güruh, binlerce kişinin alkışları eşliğinde ilticacıların kaldığı bir binanın önünde linç gösterisi sundu. Siyasi iktidarın izlemekle yetindiği, polisin doğru dürüst müdahale etmediği bu pogrom gösterisinde, binayı ablukaya alan (ve ateşe veren) ırkçılar değil, ilticacılar otobüslere bindirilip götürüldü. 'Zafer', ırkçıların ve iltica hakkını temel hak olarak ortadan kaldırmayı amaçlayan siyasilerin oldu.
Bu ırkçılık gösterisinin 20. yıldönümü vesilesiyle pazar günü Rostock'ta anma etkinliği düzenlendi. Etkinlikte, kendisi de Rostocklu olan Alman Cumhurbaşkanı Joachim Gauck konuşma yaptı.
Megalomani ("kişinin, kendisine gerçekle uyuşmayan üstün nitelikler yakıştırması"), siyasi 'lider'ler arasında oldukça yaygın bir hastalıktır. Kendilerini sosyaldemokrat sanan SPD ile Yeşiller'in adayı olarak cumhurbaşkanı seçilen