“Bilinçlerimizin sınırı gerçekliğimizin de sınırıdır. Bir bilinci
sömürgeleştirmenin en iyi yolu varlığını ortadan kaldırmaktır.” Eduardo Galeano
Tarih defterlerine sığmayan veya sığdırılmayan hikayeler, yok sayılan bir
varlığın ta kendisini oluşturur. O varlığın sesi çokça kıstırılsa da, suskun
kılınsa da, yazıyla ‘teyit’ ettirilmezse de, vardır. Sadece var olmakla da
kalmaz, aslolandır. Hatta hakikatin ta kendisidir. Bin yıllardan beri bu
hakikatin keşfine çıkan sayısız isimsiz, bizsizliklerin reddiyle varoluşunu
yeniden sağlamıştır. Varlık kazanan her oluşla birlikte asli tarihin dört bir
yana savrulmuş mozaik parçacıkları yakınlaşır.
Kadının parçalanmış hakikatinin anlam gücüne kavuşmayı yaşam gerekçesi
haline getiren ‘isimsiz’lerdendir Charlotte Perkins Gilman. 19. yüzyıl sonu,
20. yüzyıl başında yükseltilen feminist mücadeleden söz ederken belli başlı
isimlerin telaffuz edilmesindendir belki de Gilman’in pek biliniyor olmayışı. Oysa
‘Androcentrism’ (erkek merkeziyetçilik) kavramını kullanan bu kadın, birçok
hemcinsi gibi çok daha fazla tanınmalı.